Bu sayfada yeralan verilerin tamamı özgün içeriktir. Antrakt Sinema’dan izin almadan tamamı ya da parçası kopyalanamaz, kullanılamaz.

Atalay Taşdiken, At Yapım'daki çalışma odasında...

 

SÖYLEŞİ: Masumiyet ve beklemenin filmi: Meryem

Mommo: Kız Kardeşim filmiyle hem gişede başarı elde edip hem de festivallerden birçok ödül alan Atalay Taşdiken yeni filmi Meryem ile yine bir Anadolu hikâyesi anlatıyor. Evlenir evlenmez kocası İstanbul’a çalışmaya giden yeni gelin Meryem’in çıkış mücadelesinin anlatıldığı film başrol oyuncusu Zeynep Çamcı’nın performansı ile de parlıyor. Atalay Taşdiken ile filmini ve son dönem Türkiye sineması üzerine düşüncelerini konuştuk.

Söyleşi: Kültigin Kağan Akbulut / Fotoğraflar: Dilek Yaman
(Söyleşi metni ve fotoğrafların bütün yasal kullanım ve paylaşım hakkı Antrakt'a aittir. Kaynak göstermeden kullananlar hakkında ve karşısında hukuksal haklar saklı tutulmaktadır.)

Bu filmin hikâyesi nasıl doğdu? Filmi çekmeye nasıl karar verdiniz? Meryem hikâyesinde sizi etkileyen neydi?

Meryem’in hikâyesi tanıdığım bir kadının hikâyesi aslına bakarsan. Çok yakından tanıdığım, bildiğim bu kadının duygu dünyası, ruh hali, insanlarla ilişkisi çok etkilemişti beni. Aynı zamanda bizim evimizdeki yansımaları da etkilemişti; annem, ablam bu meseleyle ilgili konuşuyordu. Bütün bunlardan başka da çok sahici bir taşra, Anadolu hikâyesi olduğu için etkiledi. Filmin asıl cümlesi diyebileceğimiz masumiyet ve beklemek kavramları beni ciddi anlamda sinemada tetikleyen kavramlar. Bir de Mommo’dan sonra ikinci bir film olarak nasıl bir film yapmak sorusuna cevap ararken... Bütün bunları ortak bir noktada buluşturan bir öykü olduğu için Meryem’i yapmaya karar verdik.

Senaryo ve film aşamasına nasıl geçtiniz?

İlk filmimde de ikinci filmimde de yaşanmış hikâyelerden yola çıkıp yazdığım için sinopsis, tretman, sonra diyaloglandırma gibi aşamalar olmadı. Temel referans noktası olan karakterleri kafamda oluşturduktan sonra doğrudan senaryoya başladım. Elbette ilk haliyle çekmedim, yedi, sekiz tane draft oldu. Başına, sonuna, karakterlerine karar verdikten sonra senaryoya geçtim. Çekimiyle ilgili de yazarken, o hikâyenin ait olduğu coğrafyayı bildiğim ve oraya göre kurduğum için mekân aramakta, filme ait atmosferi oluşturmakta çok uzun bir süre harcamadım. Bu anlamda hem yazımı, hem ön hazırlığı, hem de filme ait atmosfer oluşturmakta avantajlıydık.

     "Sinemanın temel meselesi sahicilik, samimiyet ve duygudur."

“Sinema gerçek hayatın sihirli anlatımıdır” demişsiniz. Bu filmde de gerçek bir hikâye ile sihirli bir atmosfer var. Filmi çekerken bu ikisi arasındaki dengeyi nasıl kuruyorsunuz?

İlk filmde de bu filmde de aslında anlatılan hikâyeler seyircinin hiç duymadığı, şahit olmadığı, bilmediği hikâyeler değil. Temeli de aslında sıradan insan hikâyeleridir. Bu iki filmin temel referansı sıradan insan hikâyeleridir Bizim yücelttiğimiz, kutsadığımız kahraman hikâyeleri değildir. Gözümüzü dikkatle sağa sola çevirdiğimiz zaman, ofiste, bitişik odada benzerini bulabileceğimiz türden hikâyelerdir. Ancak bu sıradanlık sinemaya da sıradanlık olarak yansırsa sıradan film yapmış olursunuz. Biraz sihir katarak... Bunun temel meselesi de sahicilik, samimiyet ve duygudur, eğer üç temel referans kelime nedir diye sorarsanız. Sıradan inan öyküleri bu üç unsurla beslenirse işte o sihirli anlatım bence ortaya çıkıyor.

Mommo filmini de bu filmi de Konya’da çekmişsiniz. Bölgeyi tercih etmenizin nedeni nedir?

Birincisi oralı olmam tabi ki. Ancak bu iki hikâyenin geçtiği orijin de oralar. Mesela Mommo hikâyesi, Uşakta yaşanan bir hikâye olsaydı, ya da Artvin, o film başka türlü çekilmek icap ederdi. Şunu anlatmaya çalışıyorum: Aynı hikâyenin farklı coğrafyalardaki karşılıkları farklıdır. İnsanların gösterdiği tepkiler farklıdır. Coğrafya insanı çok etkiler. Onun için de hem Mommo’da hem Meryem’de ait olduğu yerlerde çekmemin temel nedeni budur. Hikâyenin çektiği yerlerde çekmek hikâyeye en yakın anlatım biçimini çekme olanağı sunuyor. Onun ötesinde çok özel bir tercih değildir, illa Konya’da çekme derdim yok. Bir sonraki filmin bir İstanbul hikâyesi, dolayısıyla İstanbul’da çekilecek.

Anadolu’da çekim yapmaya çalışan birçok yönetmen son on yılda Anadolu’nun çok hızlı değiştiğinden ve filme uygun dış mekan bulamamaktan şikayetçi. Siz mekânı nasıl buldunuz? Kafanızdaki gibi miydi?

O sıkıntıyı ben başlangıçta şöyle yaşadım. Hikâyenin orijinali Beyşehir’dir. Beyşehir benim çocukluğumun geçtiği yerdir ve orada çekeceğimi düşünerek yazdım. Fakat senaryoyu bitirip mekân belirlemek için gittiğimde büyük bir şok yaşadım, çünkü benim yaşadığım mahalleler kalmamış. O aşamada Akşehir devreye girdi ve Akşehir benim için kurtarıcı oldu. Akşehir’de korunmuş üç tane mahalle var. Eğer orayı bulmasaydık belki Meryem’i bile çekmeyecektim. Biz bu açıdan şanslıydık. Sokakların dışındaki iç mekânlar ise benim kafamdaki atmosfere göre sanat ekibimiz tarafından oluşturuldu.

Hem öyküde, hem ozanın hikâyesinde, hem de şarkılarla halk kültürüyle, yerel kültürle bağ kurmaya çalışmışsınız. Atmosfer yaratırken halk kültürünü nasıl yedirdiniz film içine?

Anlattığınız hikâyeyi eklektik olmayan bir atmosferle tamamlayamazsanız zaten anlattığınızın bir tarafı hep eksik kalır. İyi örnekler olmakla birlikte Türk sinemasında yapılan taşra filmlerindeki problemlerden biri budur. Hem filminizin fonunu, hem de hikâyenizi gerçek kılmazsanız, birbiriyle hemhal etmezseniz ya oryantalist bir bakış gibi kalıyorsunuz, ya da orayı tanımamış kalıyorsunuz. Benim tabi ki liseyi bitirinceye kadar orada kalmam avantajdır. Müziklerdeki risk mesela ortaya çıkan sonuca bakınca bütün risklerden arındırılmıştır. Yabancı bir müzisyenle çalıştık. Ona sadece Orta Anadolu’ya ait müzikler dinlettim. Çünkü taşra müziği dediğimizde homojen bir şeyden bahsedemeyiz. Bütün bunlar, müzik de dâhil olmak üzere o coğrafyanın rengini, kokusunu, tınısını homojen bir hale getirme çabasından doğdu.

     "Müzisyen Youki Yamamato ile 8-9 ay boyunca Orta Anadolu müzikleri üzerine çalıştık."

Filmin müziklerini yapan yabancı bir isim, Youki Yamamoto, birlikte nasıl çalıştınız? Nerede tanıştınız? Yabancı birinin halk müziklerini işleme süreci nasıl oldu?

Youki ile tanışmamız şans. Yurtdışındaki uluslararası bir festivale jüri üyesi olarak davet edildim, o da jüri üyesiydi. O da bir festivalde Mommo filmini izlemiş. Onun yönetmeni olduğumu anlayınca sana bir film müziği yapmak istiyorum dedi. Güzel bir temenniydi ancak pek ciddiye almadım. Dedim ki bizde art-house işler zannettiğin gibi değil, müzisyene büyük paralar veremeyiz, dedim. Yok, sen yanlış anladın para almadan yapmak istiyorum, dedi. Çok da inandırıcı gelmedi. Hoş, güzel bir temenni gibi geldi. Meryem’in senaryosunu yazıp çevirdikten sonra gönderdim. Çalışmak istiyorum dedi. Üç gün sonra İngiltere’den geldi. Harry Potter’dan tutun da birçok işte çalışmış uluslararası bir müzisyen kendisi. Çok heyecanlı bir şekilde atladı geldi. İstiklal’e çıktık ve mağazadan Orta Anadolu’ya dair bütün melodileri ezgileri içeren CD’leri bir çuval denecek büyüklükte bir torbaya doldurdum. Vaktimiz de vardı, 8-9 ay çalıştık. Bence bu coğrafyayı bilmeyen yabancı bir müzisyen gibi çalışmadı.

     "Meryem’in finalini her seyirci farklı algılayabilir."

Filmin sonu filmin gerçekçi yapısının biraz dışına taşıyor sanki. Meryem’in böyle bir karar alması aslında pek rastlanmayan bir durum.

Evet, gerçek bir hikâye anlattığımızı söylüyoruz ama oradaki final gerçek değil. Benim insani olarak, Meryem için umut kapısı olarak hayal ettiğim bir şey. Ancak her izleyen için farklı okumalar olabilir. Kimi insan Meryem’in felaketine gidişi olarak da algılayabilir. Ama benim için Meryem’in kurtuluşa gidişi.

Başrolde Meryem karakterini canlandıran Zeynep Çamcı’yı yakın zamandaki dizilerden tanıyoruz, ancak Recep İvedik filmlerindeki rolüyle geniş kitleler arasında tanınırlığı da var. Zeynep Çamcı ile görüşürken böyle popüler bir filmde oynaması sizin için bir endişe yarattı mı?

Bunu başka bir röportajda da söylemiştim. Zeynep Çamcı’yı ben Leyla ile Mecnun’da gördüm. Recep İvedik’i de izlememiştim. Aramızda da bununla ilgili konuşma geçmemişti. Bir gün bir arkadaşıma anlatırken Meryem’in Zeynep Çamcı olacağını söyledim. Recep İvedik’teki mi, dedi. Ben yok, Leyla ile Mecnun’daki, dedim. Sonra bana izletti. Sonra ben Zeynep’e de dedim, gerçekten de ben bilseydim önyargılı olurdum. O işe dair bir saygısızlık anlamında değil ancak sizin sorduğunuz sorudaki endişeyi ben de taşıyabilirdim. Ama demek ki kısmetmiş de ben bilmiyordum. Zeynep için de iyi olmuştur, çünkü orada oynadığı için burada oynayamamaktan üzülürdü. Ben popülariteden gişeden asla söz etmiyorum ama oyunculuk gösterisi, kalıcılık anlamında ben biliyorum ki Zeynep oyunculuk açısından Recep İvedik’teki kız olarak kalmayacaktır, Meryem olarak kalacaktır. Bundan sonraki işleri için de bir kariyer basamağı olacaktır.

Yardımcı oyuncu Mustafa Uzunyılmaz’a olan ilginiz nereden geliyor? İki filminizde de oynuyor.

Mustafa Uzunyılmaz’ı ben seviyorum. Zor bir arkadaştır, karakterdir, çalışılması da zordur. Ama her büyük deha zor insandır. Ama Mustafa bana göre Türkiye’de parmakla gösterilecek kadar az yetenekte biridir. Değeri anlaşılamamış birisidir. Ve ben onun oynayabileceği bir karakter varsa ona senaryo yazacağım her filmimde. Mommo filmindeki oyunculuğu çok etkileyiciydi. Kendisi de bunun geri dönüşlerini aldı. Yıllardır oyunculuk yapmasına rağmen sinemadan ilk ödülünü Mommo filmindeki oyunuyla Altın Koza Film Festivali’nde En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu olarak aldı. Buradaki kayınpeder rolü de insanların hafızasına kalacak bir oyunculuk performansı oldu.

Su, hem filmin atmosferinde hem de öyküde önemli bir yer tutuyor. Halk kültürüyle bağını düşünürsel siz nasıl konumlandırırsınız? 

     "Filmlerimin her insanın hafızasında, yüreğinde kalacak bir hikaye olması değerlidir."

Bütün hikayeyi bir temizlik saflık masumiyet üzerine kurduğum için suyu da temizlik ve saflığa bir metafor olarak kullandım.

Mommo filmi hem izleyici tarafından ilgi gördü, hem de birçok ödül aldı. Bu kadar ilgi bekliyor muydunuz? Meryem nasıl etki yapar sizce?

Mommo’nun hem seyirci, hem de festival yöneticileri tarafından beğenileceğini tahmin ediyordum ama bu kadarını tahmin etmiyordum. Meryem de aslında Mommo ile akraba sayılacak bir filmdir. Meryem ne olur, onu da bilmiyorum. Ancak benim için değerli olan şu: Bazı filmler vardır, bilmem ne festivalinde ödül almıştır ama beş yıl sonra kimsenin haberi olmaz. Daha değerli olan şu, Meryem’i izleyen her insanın hafızasında, yüreğinde kalacak bir hikâye olması daha değerlidir. Bunu ödül alamaz anlamında söylemiyorum, mutlaka festival macerası olacaktır. Ama daha değerli olanı insanların üzerine bıraktığı etki ve insanların verdiği ödüldür.

Türkiye’de sinemanın gidişatı hakkında ne düşünüyorsunuz? Yeni Türkiye sinemasını takip ediyor musunuz?

Yeni Türkiye Sineması diye bir kavram var ama o kavramın içinin ne kadar dolu olduğu tartışmalı bir konudur. Sadece son on beş yılda üretilen filmler için söylenen bir kavramsa evet, anlayabilirim. Ama bir akım, bir sinema dili, Türk sinemasını özetleyen bir kavram olarak kullanılıyorsa, bunun içinin boş olduğunu düşünüyorum. Çünkü bir Türk sinema dilinden söz edemeyiz. Son dönemdeki Türk sinemasının uluslararası başarıları için de, hazırlanmış, planlanmış bir proje diyemeyiz. Bana göre yönetmenlerin kişisel başarısıdır. Arkalarını yaslayacak temel bir şey yok. Son dönem sinemacılar ile ilgili ortak bir anlatım dili olduğunu da söyleyemeyiz, böyle olmasının da doğru olduğunu düşünüyorum. Bir İran sineması gibi Türk sineması kavramından söz edemeyiz, etmemeliyiz bence. Nuri Bilge Ceylan’ın fokusladığı insan, anlatmak istediği öykü, hayata bakışı farklıdır, diğerlerinin başkadır. Böyle olması da güzeldir bence. Sonuç olarak, bence Türk sinemasıyla ilgili çok önemli şeyler söylemek ütopya olur. Bu yönetmenlerin daha iyi işler üretmesi, ekonomik anlamda daha kolay filmler çekmesini sağlayacak yollar bulunmalı. Herkes de kendi anlatmak istediğini anlatmalıdır. Bir de bize dayatılmak istenen, Türk sineması deyince şöyle şeyler algılamalıyız gibi, şöyle şeylerden oluşmalı gibi dayatmalara karşıyım.

     "Beslendiğim sinema Yeşilçam sinemasıdır."

Türkiye’de son on beş yılda üretilen filmler açısından kendinizi, kendi sinemanızı nasıl konumlandırıyorsunuz?

Benim bunu yapmam pek ahlaki olmaz. Bunu yapacak olan izleyicidir. Ki bir iki film ile olacak bir şey de değil. Ancak kendimle ilgili şunu söyleyebilirim: Hiç kimse gibi film çekmeye çalışmıyorum. Temel olarak bunu söyleyebilirim. Beslendiğim sinema elbette var, Yeşilçam sinemasıdır. Akad’dır, Yılmaz Güney’dir Metin Erksan’dır, nispeten Atıf Yılmaz’dır... Ama kimseye öykünerek film çekmeye çalışmıyorum, kendim gibi çekmeye çalışıyorum. Eğer başarabilirsem birileri de konumlandıracaktır.

Yeni bir projeniz var mı?

Çok yakın zamanda bir komedi filmi çekme projem var, adı Hayatım Mantar. Mommo ve Meryem’den sonra seyirciyi de şaşırtacak. Ama kendi kişiliğimle ilgili söylersem çok ciddi bir mizah, humour duygumun olduğunu söyleyebilirim. Beni yakından tanıyanlar bilirler ve sinemada da bu yönümü göstermek istiyorum.

**********************************************************************

Atalay Taşdiken
1964 Konya Beyşehir’de doğdu. Konya Selçuk Üniversitesi Fizik bölümünden mezun oldu. Uzun süre karanlık oda teknisyenliği, medya sorumluluğu, metin yazarlığı ve kreatif yönetmenlik yaptı. “Güneş Bile Zor Ayrılır Bu Şehirden” isimli belgeseli, 1.Köyceğiz Ulusal Film Festivalinde Jüri Özel Ödülü aldı. 2009 yılında bitirdiği “Mommo” isimli filmi 59. Berlin Film Festivali’nin “Generation” bölümüne seçilen ilk Türk filmi, Asya Pasific Awards’ da ilk 5’e seçilen tek Türk filmi oldu ve 14. Nürnberg Türkiye-Almanya Film Festivalinde, 16. Altın Koza Ulusal Film Yarışmasında, Arjantin’de, İran’da birçok ödül aldı.

2013 – Meryem
2009 – Mommo
2009 – Kısa’ca Ramazan: Ay Hilal Olunca (Kısa Film)
1993 – 5 Numaralı Kamp
Güneş Bile Zor Ayrılır Bu Şehirden (Belgesel)

» Meryem film sayfası

Ana Sayfa | Film Arşivi | Gelecek Program | Haberler | Gişe Raporu | Köşe Yazıları

Mesafeli Satış Sözleşmesi | Teslimat ve İade Şartları | Gizlilik Politikası

© Antrakt Sinema Gazetesi | Tüm Hakları Saklıdır