Türkiye’de görünürlükleri son yıllarda belirgin bir şekilde artış gösteren cinsel azınlıklar ve bu azınlıkların sanat ve medya alanındaki temsilleri, üzerinde düşünmeyi ve çalışmayı gerekli kılan bir hal almıştır. Türkiye sinemasında da cinsel azınlıkların temsil edildiği filmler, özellikle son yıllarda derinlikli yaklaşımlarla kendini göstermiştir. Yapılan çalışmada, Türkiye sinemasında son yıllarda, cinsel azınlıkların temsil edildiği filmler arasında ön plana çıkmayı başaran “Zenne” filmi, toplumsal cinsiyet bağlamında değerlendirilecektir.
Zenne, yönetmenleri Mehmet Binay ve Caner Alper’in, arkadaşı Ahmet Yıldız’ın gerçek hikayesinden esinlenerek kaleme aldıkları 2012 yapımı bir filmdir. Ahmet Yıldız, üç sene önce eşcinsel olduğu gerekçesiyle öldürülmüş ve katilleri hala yakalanamamıştır. Filmde Ahmet Yıldız’ı canlandıran, Urfa’dan İstanbul’a gelmiş, doğulu muhafazakar bir ailenin çocuğu olan Ahmet (Erkan Avcı), “erkek gibi” gözükmek istemesine karşın eşcinsel kimliğini gizleyemeyen bir karakteri canlandırmaktadır. İstanbul’a fotoğraf çekimleri yapmak için gelen Daniel (Giovanni Arvaneh), bir gece kulübünde zennelik yapan Can (Kerem Can) ve aynı kulüpte çalışan Ahmet ile tanışır. Can, zenneliğin yanı sıra bir kafede falcılık da yapmaktadır. Çalıştırıldığı kafeden çıkarılan Can, maddi yönden sıkıntıya düştüğü için Daniel’in kendisinin fotoğraflarını çekme isteğini kabul eder. Böylece Daniel, Can ve Ahmet arasında bir dostluk başlar.
Zenne; cinsel kimlik, özgür yaşama, erkeklik olgusu, askerlik kavramı gibi birçok konuya gönderme yapan bir filmdir. Can, asker kaçağıdır ve yakalanma korkusu sebebiyle evden dışarı çıkamamaktadır. Annesini görmeye bile nadiren gitmek zorunda kalan Can, teyzesi ile birlikte yaşamaktadır. Ahmet ise Can ile aynı gece kulübünde çalışmasına karşın kendince erkekliğinden ödün vermeden yaşayan “Anadolu çocuğu” karakteri çizmektedir. Kız kardeşiyle birlikte yaşayan Ahmet, Daniel ile vakit geçirirken ona aşık olacak ve içindeki eşcinsel kimliği ile savaşacak, Can’ı şiddetle eleştirdiği hale yani bir “zenne”ye dönüşecektir.
Filmin yönetmenleri Mehmet Binay ve Caner Alper Zenne’yi çekmeye nasıl karar verdiklerini şöyle anlatmaktadır: “Zenne, bizim ilk uzun metraj filmimiz. Biz belgeselciyiz, yola yine belgesel diye çıktık. Konumuz da İstanbul’da yaşayan İzmirli bir zenneydi; zenne Can. İşte o belgeselle uğraşırken, korkunç bir şey oldu! Ahmet’i kaybettik. Önce inanamadık, ‘Olur mu öyle şey’ dedik. Büyük şok yaşadık. Düşünsenize, en yakın arkadaşlarınızdan biri, babası tarafından öldürülüyor. Hem de niçin? Ailesine eşcinsel olduğunu itiraf ettiği için… Altı ay hayattan koptuk, resmen paralize olduk. O arada, Ahmet’in hikayesi, bütün dünyada yankı buldu. The Independent bile, ‘Türkiye’nin ilk eşcinsel namus cinayeti!’ diye olayı birinci sayfasına taşıdı. Biz de Ahmet’i hiç unutmadık. Bir sabah Caner, ‘Zenne Can ile Ahmet’in hikayesini kurgusal bir filmde bir araya getirmek istiyorum. Kafamda bir senaryo var. Ne dersin?’ dedi. Son üç yıldır bu filmle kafayı yiyoruz, varımızı yoğumuzu bu filme yatırdık. Sonunda çektik ve Ahmet’e ithaf ettik.”
Zenne filmini toplumsal cinsiyet perspektifinde çözümlemeden önce toplumsal cinsiyetin anlamına değinmekte fayda var. “Cinsiyet, bireyin biyolojik cinsiyetine dayalı olarak belirlenen demografik bir kategoridir. İnsanların nüfus cüzdanlarında yazan cinsiyet bu terimin anlamına uygundur. Toplumsal cinsiyet (gender) terimi ise kadın ya da erkek olmaya toplumun ve kültürün yüklediği anlamları ve beklentileri ifade eder; kültürel bir yapıyı karşılar ve genellikle bireyin biyolojik yapısıyla ilişkili bulunan psikolojik özelliklerini de içerir. Toplumsal cinsiyet, bireyi kadınsı ya da erkeksi olarak karakterize eden psikososyal özeliklerdir.” Toplumsal cinsiyetin bireye yüklediği kadınsal ve erkeksel özelliklerin, cinsel azınlık bireyleri üzerinde yarattığı baskı ve sorunlar “Zenne” filminde ele alınmıştır.
Filmin ilk sahnesinde Can’ın askerlik ile ilgili konuşmalarına tanıklık ediyoruz. Askeri heyetten “eşcinsel raporu” almanın zorluklarını argo bir üslupla vurgulayan Can, bu eziyetlere (seks sahnelerinin olduğu fotoğrafların askeri heyete gösterilmesi, eşcinsel olduğunun kanıtlanması) katlanmamak için askerden kaçmaktadır. Askerlik kurumu da diğer tüm hiyerarşik yapılar gibi kadın ve erkeğe toplumsal cinsiyetçi bir söylem yüklemektedir. “Mevcut tüm hiyerarşik yapılar, kadın ve erkek arasındaki sözde doğal ilişkiye dair genelleştirilmiş anlayışlara dayanır”. Kadın ve erkeğe dair “eril” ve “dişil” anlamlar yükleyen sistem, cinsel azınlıkları reddetmektedir.
Can’ın babasının Güneydoğu’da şehit olması, ağabeyi Cihan’ın askerlikten ruhen hasarlı dönmesinden dolayı Can’ın annesi Sevgi, oğlunun askere gitmesini asla istememektedir. Yakalanma korkusuyla yeni bir işe de giremeyen Can, zennelikle geçinemeyeceğini bildiği için fotoğrafçı Daniel’in fotoğraflarını çekmesini para karşılığı kabul edecektir.
Askerlik olgusundan söz ederken, milliyetçilik ve cinsiyetçilik konusuna değinmek yerinde olacaktır. “Milliyetçilikle cinsel kimlik arasındaki doğrudan bağ, ulusal kimliğin tanımlanmasında cinsel kimliği önemli bir araç kılmaktadır. Ulusal kimliği tanımlamada cinsellik ve cinsel kimlik belirleyicidir. Nitekim kahramanlık ve cesarete yapılacak göndermeler, ulusun ‘erkekliği’ tanımlamasıyla birebir ilgilidir. Genel kabul görmemiş, ayrı ve farklı yönelim, edim ve kimlikler ‘öteki’ kimliği altında toplanırken, bu ötekilik, ulus kimliğini tanımlamada ölçüt alınmakta; fakat milliyetçiliğin, ‘öteki’ üzerinden ‘makbul’ olanı yaratması değil, yalnızca milliyetçiliğin, bu kavramları ulusal kimliği tanımlamada bir araç olarak kullanması söz konusudur”. Zenne’de askerlik olgusu üzerinden milliyetçilik kavramına da sıkça gönderme yapılırken, Türkiye’de ‘öteki’leri yani cinsel azınlıkları ‘normal olmayan’ şeklinde tanımlayan bir söyleminde hakim olduğu dile getirilmektedir.
Kız kardeşiyle İstanbul’da yaşayan Ahmet, doğulu muhafazakar bir ailenin çocuğu olma baskısını her zaman hissetmekte, bu yüzden içindeki eşcinsel kimliğini dışarı çıkaramamaktadır. Ansızın annesinin İstanbul’a Ahmet’i görmeye gelmesiyle, anne Kezban’ın (Rüçhan Çalışkur) karakterini yakından tanımaya başlarız. Kezban’ın Ahmet’i kast ederek kızına söylediği “Ondan gelecekler bağ üzümü, senden gelecekler dağ üzümü” ve Ahmet’e söylediği “Kollarına kuvvet oğlum” gibi cümleleri, erkeklik olgusuna vurgu yapan cinsiyetçi söylemlerdir. Erkek gibi davranmakla “normal olmayı” eş tutan Kezban, temizliğe olan takıntısıyla da “hastalıklı” bir karakter çizmektedir. Öyle ki, eve gelir gelmez temizliğe başlayan Kezban, Ahmet’in “kırmızı” renkli tişörtünü de makasla keserek yer bezi yapar. Çünkü ona göre kırmızı renkli tişört, “normal olmayan” erkeği (eşcinsel) yansıtmaktadır. Kezban’ın eşcinsel olmamayı “normal” tutan anlayışı filmin başlarında Ahmet’te de hakim bir davranış olarak karşımıza çıkar. “Toplum içinde güçlü ve baskın konumda olan erkek, bu gücünü gelişimsel çatışmalarını bastırmak için kullanarak, erkeksiliği ‘insan olma’ ile eşdeğerde tanımlar ve kadını da erkek olmayan şeklinde betimler”. Filmin ilk sahnelerinde Ahmet’in Can’a “Ben has erkeğim, sen değilsin” sözleri, kendi içindeki kimliğini bastırma ve sözde normalliğini öne çıkarma gereksiniminden kaynaklandığını göstermektedir.
Can’ın zennelik yaptığı sahnelerde ise dikkati çeken, Can’ın kıyafetindeki ve dekorlardaki kelebek sembolleridir. Burada kelebek, “özgürlüğü” yansıtmaktadır. Bu sahnelerde kullanılan beyaz rengi saflığı, mor rengi tutkuyu simgelerken, filmde sıklıkla kullanılan pembe, sarı, mavi, mor renkleri kullanılarak LGBT bayrağına da gönderme yapılmıştır. Can, filmin ilerleyen sahnelerinde, askerlik şubesine eşcinsel olduğunu kanıtlayan fotoğraflarını vermesi sonucu askerlikten muaf tutulacak ve bu sahnelerde “kelebek motifi” özgürleşen Can’ı simgeler nitelikte uçarak ekrana yansıyacaktır.
Zenne’de Ahmet ve Daniel’in eşcinsel bireyleri simgelemesinin yanında tipik unsurlarının (saçları, giyimleri, konuşmaları vb.) eşcinsel olmayan erkeklerle aynı oluşu dikkat çekici bir unsurdur. Bu noktada eşcinsel kavramını kadınsılık ve erkeksilik ayrımında incelemek yerinde olacaktır. “Yaygın ve yanlış kanının tersine, eşcinsellik, kadın görünümüne bürünmek değildir. Erkeğin yine kendi cinsine cinsel ve duygusal anlamda yönelmesi, taraflardan birinin diğerini kadınlaştırması demek değil; fakat tersine, erkeğin kadınlığa özgü türlü duygu, durum ve davranışlardan iğrenmesi, tiksinmesi ve erkekliğin her şeyiyle kutsanan doğasında mutluluğu ve doyumu bulma istek ve arayışıdır”. Daniel, eşcinsel olduğunu gizlemeyen biri olarak dış görünüşü eşcinsel olmayan erkeklerle aynıdır. Ancak Ahmet, eşcinselliğini gizleyen bir karakter olarak “erkek gibi” gözükmeye çalışmaktadır. Daniel’e bıyık bıraktırmaya ve kilo aldırtmaya çalışan Ahmet’in bu tutumu, Daniel’i de “erkekleştirmeye” yöneldiğini göstermektedir. Ancak filmin ilerleyen sahnelerinde Ahmet eşcinsel kimliğini kabul edecek ve dış görünüşünü de değiştirmeye başlayacaktır.
Filmin ilerleyen bölümlerinde Ahmet ve Daniel duygusal anlamda birbirlerine daha da yakınlaşırlar. Daniel, Ahmet’in sürekli dışarıda görüştüğü bir adamı fark eder ve bu durumu Ahmet’e sorar. Daniel gerçeği söylemesi konusunda Ahmet’i sıkıştırınca daha altı yaşındayken ailesiyle yaşadığı trajik bir olayın kurbanı olduğunu öğrenir. Ahmet’in annesi Kezban, Ahmet’in daha çocukken sürekli kız kıyafetleri giyme isteğinden ve davranışlarından eşcinsel olduğunu anlamış ve onu sürekli bir gözetim altında tutmuştur. Ahmet’in peşine İstanbul’da da adam takan Kezban, Ahmet hakkında sürekli olarak bilgi almaktadır. Ancak bu adamın Ahmet’in zennelerin olduğu bir gece kulübünde çalışıyor olduğunu bilmesiyle Ahmet’e karşı tehditleri artmış, durumu annesine anlatmaması yönünde Ahmet’ten rüşvet almaya başlamıştır. Ahmet, toplum baskısıyla ne yapacağını bilemez halde kendisini takip eden adamı susturmak için ona sürekli para vermekte, eşcinsel kimliğini ailesinden gizlemektedir. Daniel’in Ahmet’e “Ailene eşcinsel olduğunu söylemelisin” sözüne karşılık Ahmet “Annemin temizlik takıntısı var. Ben temiz değilim” sözleriyle, temizlik kavramıyla “normal” olmayı (eşcinsel olmamayı) bir tutan ve eşcinselliğin “kirlilik” olduğunu vurgulayan bir tutum sergilemiştir. Daniel’in sözleriyle kendisinde güç bulan Ahmet, babasını arayıp eşcinsel olduğunu söyler. Babasının Ahmet’e telefonda “Urfa’ya dön, işe gir, namuslu biriyle evlen ve tam bir erkek ol” sözleri, erkekliğin “işe girmek” ve “evlenmek”le bir tuttuğunu göstermektedir. Ailede baba olgusunu üstlenen anne Kezban, oğlunun eşcinsel olduğunu kabullenip, babaya emrederek, töre gereği Ahmet’i öldürmesini ve bu “kirliliği temizlemesini” söyler. Bu sahnelerde Ahmet’in eşcinsel olma sebebini babanın üzerine yükleyen Kezban, hem eril bir karakteri sergilemekte hem de kendini “temiz”e çıkartmaktadır.
Babası oğlunun eşcinsel olduğunu öğrendikten sonra İstanbul’a gelerek, Ahmet’i silahla vurduktan sonra evde kendisini de vurarak vicdan azabını susturur. Bu sahnede dikkat çeken Kezban’ın kocasının kendisini vurmasıyla ilgilenmeyip, seccadeye damlayan kanları yıkayıp, “temizlemesidir”. Zenne’nin son sahnesinde de temizlik ve din olgusunun ön plana çıktığı ve törenin bir can aldığı vurgulanmıştır.
Zenne filmi, Ahmet Yıldız’ın eşcinsel olduğu gerekçesiyle bir cinayete kurban gitmesine dikkat çekmek amaçlı çekilmiş olup, Türkiye’de cinsel azınlıkların yaşadığı toplumsal baskı ve sorunlara değinmiştir. Türkiye’de eşcinsellere yönelik baskı, dayak ve hatta nefret cinayetleri hala devam etmekte, eşcinsel bireyler kimlikleri ve tercihleri sebebiyle dışlanmakta, ötekileştirilmektedir. Cinsel azınlıkların sesi son yıllarda giderek artmakta, çeşitli toplumsal konularda farkındalık yaratmaktadırlar. Yaratılan farkındalıklar sinema alanında da kendini göstermiş, Zenne gibi birçok cinsel azınlık filmi ses getirmeyi başarmıştır.
Yapılan çalışmada cinsel azınlıkların yaşadığı toplumsal baskı, askerlik, cinsiyetçi ayrım, ötekileştirme erkeklik olgusu ve kimlik problemi toplumsal cinsiyet bağlamında değerlendirilmiş, Türkiye’de eşcinselliğe bakış açısı filmden cinsiyetçi söylem örnekleriyle açıklanmıştır.
» Zenne film sayfası |