“Müslüm filmine ancak arabesk sevenler gider” gibi tuhaf bir önyargı var. En baştan şunu söylemek lazım: Mozart biyografisi Amadeus ne kadar klasist bir eserse, Müslüm'ün yaşamını anlatan bu film de ancak o kadar Arabesk bir eserdir.Bu bir albüm değil. 1980’lerde Arabesk sanatçıların video klip niyetine çektikleri Arabesk filmlerle de pek ilgisi yok. Her şey bir yana filmin repertuarında halk müziği kesinlikle Arabesk'ten daha baskın. Ve son albümündeki Batı tarzı eserlerine de hakkınca yer verilmiş.
Müslüm’ün yaşam hikayesi dünyanın en eski şehirlerinden biri olan Urfa'da başlıyor. Beş bin yıl öncesinden çok da farklı olmayan üretim ve yaşam tarzlarıyla insanların çetin koşullardaki mücadeleleri görüntü yönetmeninin mükemmelliyetçiliğiyle beyaz perdeye çok iyi yansıtılmış. Daha da önemlisi o dönemin halk aydınlanmasının temellerini atmaya çalışan Halkevlerinin işlevselliğinin o coğrafya için ne kadar önemli olduğunu görüyorsunuz. Sanatı, edebiyatı saraydan alıp halka ulaştırma misyonunu üstlenen Cumhuriyet'in 1960’larda Müslüm'ü tıpkı bir Aşık Veysel, Neşet Ertaş gibi Halk Ozanı olma yolunu açması ne kadar gerçekse 1970’lerin kültürel yozlaşmasının Adana pavyonlarına ve 1980’lerdeki “kültürel çöl”ün Arabesk tohumlarının yeşermesine imkan sağlaması da o kadar gerçek. Entelektüeller, Müslüm'ü arabesk diye yaftalamadan yerine toplumdaki bu bozulmanın etkenlerini, Müslüm'ün şahsına yansıyan sonuçlarda arayıp tespit etmek için bu filmi değerlendirebilir.
Film, toplumsal olguları sebeplerini göstermeden vermiş. Mesela neden bu kadar iyi bir Halk müzisyeninin plağı Adana'da hiç satmıyor da İMÇ mühendisliğiyle arz edilen arabesk albümleri kapış kapış satmak, bir yana, Gülhane'nin o meşhur “jiletli” izdihamlarına giden yolu açıyor? Film o kadarını anlatsa. bir biyografi değil toplum belgeseli olur. Fakat film şunu net bir biçimde aktarıyor: Bu dönüşümler Müslüm'ün kişisel tercihi değil toplumsal trendlerin sürüklemesidir. Müslüm'ün rolü, toplumu o istikamete sürükleyen dramlardan bir birey olarak payına düşeni almış olmak, bunu görünüşünde, sesinde, tarzında belli ederek hayran kitlesinin sonsuz empatisine izin vermiş olmaktır.Müslüm'ün sanatı mükemmel bir sanattı da hayranları o estetiğin cezbesine kapılarak mı kabına sığmayan mazoşist sevgi gösterilerinden bulunuyorlardı. Filmin bu konuda sessiz olmasının sebebi tabii ki bu sorunun gerçek cevabının “Hayır” olmasıdır.
Sosyal analize açık kapı bırakan bu eserde esas başarılan iş psikolojik analizdir. Spoiler vermemek adına genel hatlarıyla ifade etmek gerekirse: Müslüm'ün “evin erkeği” olduğu gençlik yıllarının kabusa dönüşündeki zirve babasının ona “Sen benim gibisin” dediği andır. O kabusun ittiği alkol batağından çıkmasına yardım edecek söz ise annesinden duyacağı “Sen baban değilsin” sözüdür ama bunu ondan değil onunla en çok özdeşleştireceği kişiden duyacaktır. Diğer arabeskçi “baba”lardan farklı olarak hayatında tek bir kadınabağlanmış ve onunla hayatını nikah yaparak birleştirmeyi seçmiş olan Müslüm'ün ömrünü çevreleyen halet-i ruhiye, filmin en derinlemesine ele aldığı husus.
1960’lardan 1980’lere odaklanan bir dönem filmi çekmek henüz tam anlamıyla endüstrileşmemiş Türkiye sinemasında çok zor. O yüzden 1970’lerde radyoda Kral FM çalması ya da o zamanki “Cankurtaran”ların üzerinde Ambulans yazmasıgibi ufak tefek anakronizmi hoş görmek gerekecek. En azından hoşgörü düsturunu benimsemiş bir sanatçının hatırına görmezden gelinebilir.
» Müslüm film sayfası |