13 Eylül 2022 de yaşama veda eden Jean Luc Godard, Fransız ‘Yeni Dalga Akımı’nın öncülerindendir ve evrensel sinema dilini o günden bu yana değiştirebilmeyi başaran ender yönetmenlerden biridir.
‘Dünya’nın En Büyük Görsel Hikâye Anlatıcısı’ olarak da anılan Godard’ın son 60 yılın sinematik formu ve dili üzerinde temel etkisi çok derindir. Godard'ın filmleri son derece canlı, enerjik, seksi, renkli ve izleyiciyi saran anlam yüklü gölgelerle doludur.
Jean-Luc Godard yönetmen, senarist, sinema eleştirmeni.
(3 Aralık 1930 - 13 Eylül 2022)
1930 yılında İsviçre kökenli bir Fransız orta sınıf ailesinin çocuğu olarak Paris'te doğdu. Babası kendine ait kliniği olan bir doktor, annesi ise İsviçre'nin tanınmış bankacı ailelerinden birisinin kızıydı. II. Dünya Savaşı sırasında İsviçre'de yaşadı, 1940'ların sonuna doğru ailesi boşanınca Godard Etnoloji (Budunbilim) okumak için 1949 yılında Sorbonne Üniversitesine girdi. Bu zaman dilimi boyunca Cineclub ve Cinemateque’e katıldı. Godard ‘Yeni Dalga Akımı’nı alevlendiren isim olarak bilinen Andre Bazin ile burada tanıştı.
‘Yeni Dalga’ içinde sayılabilecek yönetmenler Jean-Luc Godard, François Truffaut, Jacques Rivette, Eric Rohmer ve Claude Chabrol'dür. Verdikleri mesaj basittir; "Herkes film yönetmeni olabilir."
Godard, Erich Rohmer ve Jacques Rivette ile ‘Cahiers du Cinéma’ dergisini de çıkardı,
Godard o yıllarda yükselen Maoculuk'tanda etkilenerek Burjuva Sinema Sistemi için film yapmayı reddetmiştir. Ve dönemin Maoist öğrenci liderlerinden Jean-Pierre Gorin ile ‘Dziga Vertov Grup’u kurmuştur. Grup ismini, sınıf çatışmasını analiz eden ve montajı devrimci bir biçimde kullanan ünlü Rus yönetmen Dziga Vertov'dan alır. Gorin ile birlikte dönemin siyasal görüşlerinin çerçevesini çizen bir dizi film çekmiştir.
Godard, bu dönemde filmlerinde iletişim kopukluğu içindeki modern insanın yaşam tarzını, akıl dışı sosyal sistemleri, politik tartışma ve olayları konu almıştır.
İlgi alanları çok yönlüydü. Ve dil onun özel ilgi alanıydı; “neden şeyleri yaptığımız gibi etiketliyoruz, neden her şeyin onu tanımlamak için bir kelimesi olmalı” deyişi bu alandaki temel sorusuydu.
Ayrıca, “Bir film yapmak için bir kız ve bir silah yeter” deyişiyle de ünlenmişti.
Aslında bu söz ince işlenmiş bir formalizm’ in basit bir tanımıydı ve sinemanın özünün son derece yalın olduğunu betimliyordu.
Bu bağlamda, ABD siyasetinden nefret etse bile, filmlerinde sık sık Hollywood tarzına kaymaktan da kendini alamıyordu Godard.
Godard'ın filmleri tam anlamını çıkarabilmek için tekrar izleminiz gereken filmler kategorisine girer. İlk seferinde daima gözünüzden kaçan bir şeyler olur.
Bir süre kendisini modern dünyadan ayırıp, Grenoble kasabasına yerleşmiş ve video çalışmalarına odaklanmıştır. 'Son Image Dönemi' olarak adlandırılan bu dönemde video yoluyla insanlarla iletişim kurmayı tercih etmiş ve özellikle insanların tecridi konuları üzerinde yoğunlaşmıştır.
1979 yılında Godard ticari sinema dünyasına geri dönmüştür. Godard bu son döneminde yeni bir felsefi yaklaşımla farklı sinematik deneyler yapmaya, insan varoluşunun ve bazen de dinsel duyumun en derinlerine inmeye çabalamıştır.
'Breathless – Serseri Aşıklar’ (1960)
Cast: Jean-Paul Belmondo, Jean Seberg, Daniel Boulanger.
Senaryo ekibinde de ‘Yeni Dalga’nın ünlü isimleri var; François Truffaut, Jean-Luc Godard, Claude Chabrol.
Filmin konusu basit aslında; küçük bir hırsız bir araba çalar ve ardından istemeden motosikletli bir polisi öldürür. Peşine düşen kolluk kuvvetlerinden kaçarken gazetecilik öğrencisi Amerikalı bir genç kızla tanışır. İkili her şeyi geride bırakıp İtalya’ya kaçmaya çalışırlar. 60’lı ve 70’li yılların gençlerini derinden etkileyen tam bir ikonik film. Filmi seyreden her genç kız saçlarını Jean Seberg gibi kısacık kestirdi. Belmondo’nun özgür ve dünyayı takmayan davranışları genç erkeklerin rol modeli oldu. Film Belmondo'nun "evet, ben bir pisliğim" repliğiyle başlar. Genç bir kız Belmondo'dan bir gençlik fonu için para istediğinde, cevabı: "Yaşlıları tercih ederim," olur. Seberg basın toplantısında bir yazara en büyük tutkusunun ne olduğunu sorduğunda adam; "Ölümsüz olmak ve sonra ölmek," der.
‘Küçümseme’ (1963) ‘Le Mépris’
Alberto Moravia’nın 1954 de yayınlanan Il disprezzo (A Ghost at Noon) isimli romanından uyarlama.
Cast: BrigitteBardot, Michel Piccoli, Jack Palanceve, Giorgia Moll.
Godard'ın Technicolor destanı ‘Contempt – Küçümseme’, hem sanatsal mizacın parlak bir incelemesi hem de şimdiye kadar yapılmış evlilik çöküşü hakkındaki en ateşli filmlerden biridir. Michel Piccoli kaba ve tam bir maço Amerikalı yapımcı (Jack Palance) tarafından Fritz Lang'ın yönettiği ‘The Odyssey’ in yeni bir uyarlamasında senaryo doktoru olarak işe alınan bir senaristi canlandırıyor. Bu arada, kariyerini beslemek için onu kullandığını düşünen karısı Camille'i (bomba gibi bir Brigitte Bardot) paramparça ediyor. Godard bu film ile stüdyo film yapımcılığına sorunsuz bir şekilde geçiş yaptı, ancak tüm yıkıcı özünü korudu.
‘Alphaville’ (1965)
‘Alphaville: uneétrangeaventure de LemmyCaution’.
‘Alphaville: A Strange Adventure of LemmyCaution’.
Film 1965, 15th Berlin International Film Festival’ inde ‘Golden Bear – Altın Ayı’ ödülünü kazandı.
Godard, ‘Alphaville’ ile Fransız Yeni Dalga Pulp Bilim Kurgusuna öncülük etti diyebiliriz. Paris'teki gerçek mekanlarda çekilen distopik bir film-noir oluşturdu.
Eddie Constantine, faşist bir teknokrasiyi devirmek için yola çıkan trençkot giyen gizli ajan Lemmy Caution'ı canlandırıyor. Anna Karina, uğursuz diktatörlüğün şehre güç veren beyni bilgisayar Alpha 60'ı içeriden devirmeye çalışan bir Alphaville vatandaşı olarak ona yardım ediyor. Bu göz kamaştırıcı ve meydan okurcasına alışılmadık bir bilim kurgu girişi, filmin tüm zamanların en etkili filmlerinden biri olmaya aday olduğunu ortaya koyuyor.
‘ToutVaBien’ (1972)
Cast: Jane Fonda ve Yves Montand.
Biraz esprili yaklaşarak Türkçeye ‘Her Şey Güzel Olacak’ diye çevirebiliriz.
‘Toutvabien’, 1972 Fransız – İtalyan ortak yapımı politik drama filmi olarak tanımlanabilir. Jean-Luc Godard ve Jean-Pierre Gorin tarafından yönetilmiştir.
Vitetnam savaşından sonra sergilediği savaş karşıtı duruşundan dolayı ‘Hanoi Jane’ olarak adlandırılan Jane Fonda ‘Klute’ filmiile ‘En İyi Kadın Oyuncu OSCAR'ını kazanmıştı.
Bundan bir yıl sonra ise Amerikalı bir muhabirin (Fonda) ve Fransız kocasının (Yves Montand) tanık olduğu bir sosis fabrikasındaki grev hakkındaki düzen karşıtı ayaklanmayı anlatan filmde Godard ve yardımcı yönetmen / yazar Jean-Pierre Gorinile birlikte çalışma imkanını yakaladı.
Bu filmde Godard, yıldızları işe almanın para getireceğini öğrendi ve onları orta sınıf burjuvazisini hem temsil etmek hem de sorgulamak için kullandı.
Evliliği, tüketimi ve kapitalizmi pop art renklerin eşliğinde böylece sorguladı.
‘Film Socialisme’ (2010)
Cast: Catherine Tanvier, Christian Sinniger, Jean-Marc Stehlé, Nadège Beausson-Diagne.
İşte Godard'ın 70'li yaşlarının sonlarında bile sahip olduğu kültürle nasıl uyum içinde olduğunu sergileyen son başyapıtı.
Birkaç bölümden oluşan ‘Film Socialisme’nin büyük bir bölümü, Akdeniz'de tur yapan bir yolcu gemisinde geçiyor. Godard’ın kamerası, kumarhanelerinde ve büfe masalarında sergilenen aşırı tüketimde gezinip duruyor.
Aynı yolcu gemisi Costa Concordia, filmin Cannes galasından iki yıldan kısa bir süre sonra İtalya kıyılarında kayalıklara oturdu ve kelimenin tam anlamıyla enkaz haline gelerek 32 kişiyi öldürdü. Üç yıl boyunca, hurdaya ayrılıncaya kadar, yarı alabora olmuş bir vaziyette, çağdaş Avrupa'nın dikkatsizliğinin ve aroganlığının bir sembolü olan sığ suda çakıldı kaldı. Godard ilk kez HD çekim yaptı ve dijitalin kasvetli olanaklarından tam olarak yararlanarak harika bir film ortaya çıkardı.
‘Dile Elveda’ (2014)
‘Adieuau Langage’
Cast: Héloïse Godet, Kamel Abdeli, Richard Chevallier, Zoé Bruneau, Jessica Erickson ve Christian Grégori.
Jean-Luc Godard, uzun ve dolambaçlı kariyerindeki 42. film olan ‘Goodbyeto Language’ ile 3D film deneyimini radikal bir şekilde yeniden tanımladı. Gerçekten, bu onun 3D süreçle alay etmesidir.
Godard filmde, ortamı bir izlenimci gibi kullanır. Çerçeveleri bulanıklaştırır ve üst üste bindirir ve bir erkek, bir kadın ve bir köpeğin devam eden dramalarını engelleyen nesneleri neredeyse bir anlatıcı olarak konumlandırır.
|