ÇIRAK ARANIYOR
Elim sanata düşer usta
Yürek acıya
Ölüm hep bana
Bana mı düşer usta?
Sevda ne yana düşer usta
Hicran ne yana
Yalnızlık hep bana
Bana mı düşer usta?
Gurbet ne yana düşer usta
Sıla ne yana
Hasret hep bana
Bana mı düşer usta?
Refik Durbaş
“Seberg ne yana düşer usta, Natalie ne yana…
Belmonda ne yana düşer usta, Jack ne yana…
Sorbonne ne yana düşer usta, Hotel Chevalier ne yana…
Aşk hep Paris’e, Paris’e mi düşer usta…”
Bir filmi sadece sinefiller mi bin kere izler? Ya bir şarkıyı kim bin kere dinler?
Bir kadına 100. kez kim aşık olur?
Hotel Chevalier’de Natalie Portman’ın A Bout de Souffle’daki Jean Seberg’e benzerliği mi bizi bu filmlere bir kez
daha ve her izleyişimizde bir kez daha aşık ediyor? Kısa saçlı kadın fetişiyle mi, ömrün arzu nesnesi olmasıyla mı açıklamalıyız yoksa bu filmlere takıntımızı? Seberg, Lucky Strike sigarasına her uzandığında sigarasını yakmak için, Natalie’ye kürdan uzatmak için çıldıran milyonlardan bir tanesi misiniz yoksa sizde?Bir kadının ne kadar büyük bir tutkuyla sevilebileceğini anlamak, Michel’i (Belmondo) ya da Jack’i (Schwartzman) anlamak, Z. Demirkubuz’u daha iyi anlamaktan daha mı kolaydır? Acı çeken, yollara düşen, bir kadın yüzünden hayatı perişan olan Demirkubuz erkeklerini anlamaya daha çok yaklaşabilir miyiz?
Sorarım şimdi sana Peter Sarstedt ne yana düşer usta, Sorbonne ne yana…
“Where do you go to my lovely” şarkısı en son ne zaman bu kadar canınızı acıtmıştı? Her iki filmde de Sorbonnelu kadınların erişilmezliğinden mi bahsedilmektedir?
Şarkıda geçen “I've seen all your qualifications you got from the Sorbonne” dizesi ile Patricia’nın Sorbonne’da öğrenci olmasına bir gönderme mi yapılmaktadır? Bir kız her şeyin yolunda gittiğini söylüyor ve sigarasını yakamıyorsa, demek ki bir şeyden mi korkuyordur? Bu hip Amerikalı kadınlar Paris’i baştan mı çıkarmaktadırlar? New York Herald Tribune ne zaman bu kadar derinden girmiştir hayatlarımıza?
Bu iki filmi art arda izledikten sonra Lucky Strike marka sigara içmeye, saçları Seberg modeli kestirmeye, ağızda kürdanla gezmeye, bloodymary içmeye, sarı bornoz almaya, aşık olmaya aşırı bir istek mi duymaya başlarsınız? Bu istekler tüm hayatınızı değiştirme isteğine neden olabilir mi? Aşka aşık mı olursunuz yeniden?
Jack’ın cebinden kürdan çıkardığı sahne hangi anılarınızı ayağa kaldırır, hangi duygularınızı şahlandırır?
47 yıl arayla çekilmiş bu iki filmde Jack’le Natalie’nin, Patricia’yla Michel’in seviştiği görülmez ama inanılmaz bir erotizm yayılır filmlerden. Filme, karakterlere, mekanlara, oyunculara, Godard’a, Anderson’a bir kez daha ve bin kere daha aşık olursunuz.
Başka ülkelerde, otel köşelerinde unutulmaya çalışılan sevgililer (Ah otel odaları) , bir yerlere tutunamayanlar, ait olamayanlar, her an kaçıp gitmek isteyenler, evsizliği ev eyleyenler, beklenen sevgililer…
Carlos Fuentes düşer aklınıza, “Yalnız Avlanan Tanrıça”lar…
Bu iki filmin sorunsalı, referans noktaları canınızı yakar, acıtır, kalbinize bir çizik atıp kanatır. Paris ve aşk bir kez daha bütünleşir, imkansız aşklar bir kez daha yaralar gönüllerinizi… Kısacık kestirip saçlarınızı, Jack’in otel odasından görünen Paris’i izlemek istersiniz, yanınızdaki sevgilinin cebinden ne çıkaracağı ise sizin özelliklerinize bağlıdır. Hayat filmlerle birlikte akıp gider, bazen birbirine karışır ve ayırtedemezsiniz, gerçekler ve film kareleri birbiriyle kesişir. Film karelerinden çıkıp gerçekliğe uzanıp dokunmak istemezsiniz. Hayat filmlerde daha güzeldir, sinema perdesi üzerinize yıkılır…
Jean Seberg’in ayakları dibinde Hotel Chevalier’de ölmek istersiniz…
“Birbirini ıskalayan çiftler için çok üzülüyorum.
Anlamadım
Yani bir çift olabilecek ama hiç olamamış insanlar. Geceleri birbirinin yanından geçen gemiler gibi. Bunu gerçekten acıklı buluyorum. Oluyor böyle şeyler biliyor musun, hem de çok sık.
Adını söylemeyi göze alamayan aşk. Ama daha kötüsü de var:
Adı olmayan aşk…
Aşk başka hiçbir şey yapmamaktır. Aşk ana-babaların, çocukların, dostların, düşmanların unutulmasıdır. Aşk her türlü hesap kitabın, başka her türlü düşüncenin, iyi kötü dengelerinin silinip gitmesidir.
Carlos Fuentes “Diana”
“Michel: I want to sleep with you because you’re beautiful.
Patricia: No, I’m not.
Michel: Then, because you’re ugly.
Patricia: It’s the same
Michel: Sure, my little girl, it’s the same.
Patricia: You’re a liar, Michel.
Michel: It would be stupid to lie. It’s like poker, might as well tell the truth. The others still think you’re bluffing. And that way you win. What is it?
Patricia: I’m going to look at you until you stop looking at me.
Michel: Me, too.”
A bout de soufflé, Jean-Luc Godard, 1960.
“Natalie: Whatever happens in the end, I don’t wanna lose you as my friend.
Jack: I promise, I will never be your friend. No matter what. Ever…
Natalie: I love you. I never hurt you on purpose.
Jack: I don’t care.”
Hotel Chevalier, Wes Anderson, 2007.
Where Do You Go To My Lovely
Marlene Dietrich gibi konuşuyor, Zizi Jean Maire gibi dansediyorsun
Bütün kıyafetlerin Balmain'den çıkma, saçında mücevherler elmaslar
St. Michel bulvarında harika bir dairede yaşıyorsun
Rolling Stones plaklarını, Sacha Distel'in de bir dostunu barındırıyorsun orada
Rusça ve Yunanca konuştuğun elçilik partilerine gidiyorsun
Çevrende bir sürü genç erkek pervane, ağzına bakıyor hepsi de
Ama nereye gidiyorsun güzelim...
Yatağında yalnızken
Seni saran düşünceleri anlat bana.
Görmek istiyorum kafanın içindekileri…
You talk like Marlene Dietrich and you dance like Zizi Jean-Maire.
your clothes are all made by Balmain
and there's diamonds and pearls in your hair, yes there are.
you live in a fancy apartment off the boulevard St. Michel
where you keep your rolling stones records
and a friend of sasha distel, yes you do.
but where do you go to my lovely... when you're alone in your bed.
tell me the thoughts that surround you.
i want to look inside your head, yes i do
i've seen all your qualifications you got from the Sorbonne
and the painting you stole from Picasso.
your loveliness goes on and on, yes it does.
when you go on your summer vacation, you go to Juan-Les-Pins
with your carefully designed topless swimsuit
you get an even suntan on your back and on your legs.
and when the snow falls you're found in St. Moritz
with the others of the jet set.
and you sip your Napoleon brandy,
but you never get your lips wet, no you don't.
but where do you go to my lovely... when you're alone in your bed.
won't you tell me the thoughts that surround you.
i want to look inside your head, yes i do.
your name is heard in high places. you know the Agha Khan.
he sent you a race horse for christmas
and you keep it just for fun, for a laugh, aha-ha.
they say that when you get married, it will be to a millionaire.
but they don't realize where you came from
and i wonder if they really care, or give a damn.
where do you go to my lovely... when you're alone in your bed.
tell me the thoughts that surround you.
i want to look inside your head, yes i do.
ah, remember the back streets of Naples, two children begging in rags
both touched with a burning ambition
to shake off their lowly-born tags, so they try.
so look into my face Marie-Claire and remember just who you are.
then go and forget me forever
but i know you still bear the scar deep inside, yes you do.
ah, i know where you go to my lovely... when you're alone in your bed.
i know the thoughts that surround you, cause i can look inside your head.
Peter Sarstedt
Şarkıyı dinlemek için:
http://www.myspace.com/petersarstedtmyspace
Hotel Chevalier adlı kısa filmi izlemek için:
http://video.google.com/videoplay?docid=-7451145474831780101&q=hotel%20chevalier&hl=tr |