“Korku-gerilim janrında aslolan izleyiciyi tedirgin bir şekilde bekletmektir” der Alfred Hitchcock. Elli beş yılda çektiği yetmişe yakın film ile sinema tarihinin en üretken isimlerinden biri olan yönetmen, altına imza attığı her yapım ile kendini bir adım geliştirip her seferinde izleyiciyi şok etkisi altında bırakmayı başardı. Ona göre dünya üzerinde vazgeçilmez, önemli olan şeylerin başında kırmızı şarap ve soğuk sarışınlar var.
Proje yönetmenin ağzından dökülen bu sözlere fazlasıyla prim veren yapısı sebebiyle o kadar saçma noktalardan Hitchcock’a odaklanıyor ki hakkında herhangi bir bilgisi olmayan izleyici film sonunda yönetmene sarışın kadınlara tutkun şişman adam muamelesi yapabilir. Belki de sırf bu sebepten olmamış bir film “Hitchcock”. Senaryo kötüydü diyemeyiz zira kadroya bakıldığı zaman herhangi birinin bu denli kötü bir projeye “Evet” demesi normal olmaz. Teoriden pratiğe geçiş esnasında rayından çıkan bir yapım olduğu konusunda güçlü kanıtlarımızın olması da bununla birebir ilişkili. Vera Miles’ı canlandıran Jessica Biel, Janet Leigh rolünde Scarlett Johansson ve tabii ki Toni Colette yardımcı rollerine cuk oturmuş isimler. Asıl kötü olan ise film iyi olmadığının o kadar farkında ki ilgiyi dağıtmak için farklı numaralara başvuruyor. Projeyi her türlü karlı hale getireceğine dair bir sürü inandırıcı seçenek sunan “agent” Wasserman gibi bir karakterle bizlere aslında “Hollywood’da paketin içine girebildikten sonra içindekinin önemi yok” diye bas bas bağırıyor. Kabul ama bunun izlediğimiz hikâye ile ilgisi ne? Bir Hitchcock filminde sehpa üzerindeki vazonun bile bir işlevi olduğunu düşünürsek bu tip trükler filme zarar vermekten başla bir şeye yaramamış. Bu yüzden de saçmalığının sonuna kadar farkında olup bunu örtbas etmeyen “Charlie’nin Melekleri” bile “Hitchcock”dan daha erdemli bir yapım mertebesine ulaşıyor.
Gelin görün ki güzel olan şeyler de var. Mesela filmin süresinin yüz dakikanın altında olması. Normal koşullar altında biyografik öğeler taşıyan filmlerin iki saati aşkın süresi Hollywood tarafında standart. Bariz bir şekilde OSCAR yarışı için tasarlanan “Hitchcock”, Helen Mirren ve Anthony Hopkins’in ortalama üstü performanslarına rağmen, yarışın tamamen dışında kalıp yaygın dağıtım ağından da nasiplenemedi. Filmin tek adaylığının makyaj dalında olması da bir hayli garip zira bu yıl akademi üyelerinin tamamen görmezden geldiği “Bulut Atlası” çok daha başarılı bir iş iken aday listesine alınmadı.
Nihayetinde oyuncu performanslarının dışında (ki filmin ön plana çıkanı Mirren için nefes alır rahatlıkta oynayacağı bir rol) neresinden tutarsanız tutun elinizde kalan bir yapım. Filmi izlerken aklım sürekli 2002 tarihli “Tersyüz”e kayıp durdu. Senaryo yazarı karakterin yerine yönetmeni koyun ve benzer bir şekilde gerilimli ve gelgiti bol bir ruh yapısını ekleyin, isimleri değiştirdiniz mi alın size 2012 tarihli “Hitchcock”.
Altın Yumurtlayan Tavuğu Kesmek
Hitchcock ile çalışmak için bir kere evet demek eli verip kolu kaptırmak gibidir.
Peki “Master of suspense” böyle bir projeyle heba edilmeyi hak ediyor mu? Çektiği filmleri bir kenara bırakacak olursak çalışma yöntemiyle oyuncularını zorlayan hali, perdede gözükme takıntısı ve başka pek çok özelliği ile Hitchcock çok derin bir figür. Bir dönem sonra perdede ne zaman gözükeceğine odaklanan seyirciler filmlerinde olup biteni kaçırıyor diyerek filmin başlarında gözükme adetini edindi. Hakkında yazılan tonla kitap, makale ile sineması ve anlatım tarzı ziyadesiyle irdelendi ve irdelenmeye de devam edecek. Filme göre sarışın kadınlara tutkusu oldukça yanlış bir yerinden ele alınmış olsa da Grace Kelly, Tippi Hedren, Janet Leigh başta olmak üzere üstadın sarışınlara tutkulu olduğu bir gerçek. Ancak unutulmaması gereken Hitchcock günümüz Hollywood sarışın kavramının dışındaki ifadeleri sebepli bu aktrislere hayranlık beslemekteydi. Özellikle Grace Kelly her ne kadar cana yakın gibi gözükse de yönetmen içindeki tekinsiz havayı ortaya çıkarttığından mıdır bilinmez filmlerindeki gerilimi aktrisin donuk ifadelerinden de hissedebilmemiz mümkündür. İkilinin kariyerindeki kilometre taşı olan üç filmde beraber çalıştılar. “To Catch A Thief”, “Dial M For Murder” ve “Rear Window” gösterime çıktığı dönemde eleştirel ve gişe başarısını aynı anda elde eden filmler oldu. Soğuk sarışınları pek seviyor olsa da çekimler esnasında aktrislerin maruz kaldıkları davranış biçimleri dünya üzerinde cehennemi yaşamak tabirinin karşılığı oldu. Yazının temel çıkış noktası “Hitchcock” filminde de göreceğiniz üzere “Sapık” filminin ünlü duş sahnesinde Janet Leigh, Scarlett Johansson’dan farklı bir muameleye maruz kalmadı.
Söz konusu Hitchcock ise sanat yönetmenleri ve set tasarımcılarının işi asla kolay olmadı.
Anlattığının ne olduğunun önemi olmayan bir isimdi Alfred Hitchcock. Kendine has tarzı ile en basit hikâyeyi bile oldukça gerilimli hale getirmeyi başarmak gibi bir yetiye sahipti. Modern korku gerilim sinemasının Hitchcock’dan aldığı referansları hala kullanıyor olması bunun en sağlam göstergesi. Setler ve sahneleri o kadar ince hesaplanarak hazırlanıp çekilmiştir ki film içinde yer alan herhangi bir obje düğümün çözülme noktasında etken bir faktör olarak karşımıza çıkar. 1948 yapımı “Rope” ile vizyonunun öyle bir ileri bir noktasına henüz yolun başında sayılırken erişti ki dönemine ve hatta günümüze oranla bile oldukça deneysel kabul edilen projesinde, hiç kesme kullanmadan tek bir mekânda ve gerçek zamanlı bir çekim tekniğini kullandı. Sinemanın konuşan görüntüler olduğu düsturuyla hareket eden Hitchcock’un her filminde görüntüler oyuncular yerine konuştu, imkânlar elvermediği zaman diyaloglar devreye girdi. Referansları saymakla bitmeyecek bu örneğin en bilinenlerinden ve benim en sevdiğim “Dial M For Murder” filminde yer alan suçluyu pencere demirlerinin gölgesinde parmaklıkların ardındaymışçasına gösterdiği sahnedir.
Hitchcock filmlerinin yeniden çevrim furyasından nasiplenmemesi imkansızdı. “Sapık” ve “Dial M For Murder” filmlerinin yeniden çevrimleri aynı yıl gösterime çıktı. Gus Van Sant imzalı “Sapık” orijinalinin sadece renkli bir kopyası. Marion Crane rolündeki iki aktris, Anne Heche ve Janet Leigh arasındaki kalın kaşlar ile başlayıp uzayıp giden farkı bir tarafa bırakacak olursak, yeni Norman Bates olarak seyirciye sunulan Vince Vaughn ve geniş omuzları, kusura bakılmasın işin özünde ezik ve anne saplantısı tavan yapmış bir adam olmak için fazlasıyla abartılıydı. Başrollerinde Gwyneth Paltrow ve Michael Douglas’ın yer aldığı “Kusursuz Cinayet” orta şekerli, daha kabul edilebilir bir yeniden uyarlamaydı. Grace Kelly rolüne soğuk sarışın ekolünün günümüz sinemasındaki temsilcisi Gwyneth Paltrow’u seçmek filmin en büyük artısıydı.
Son olarak eğer OSCAR’ı hala ciddiye alan varsa not düşelim Alfred Hitchcock ödüle beş kez aday oldu ancak hiçbirini kazanamadı. Daha sonra kendisine verilen onur ödülüyle yetinmek (!) zorunda kaldı. » Hitchcock film sayfası |