|
Dünya değişiyor. Bu genel değişim, insanların yediklerinde, içtiklerinde, okuduklarında ve dolayısıyla seyrettiklerinde de hissediliyor. Artık çabuk tüketilen şeyler revaçta. Çabuk ye, işine geri dön; çabuk oku, üzerinde çok düşünme; çabuk dinle, hemen arkasından yenisi geliyor. Kısaca, fast food denilen tüketim şekli, bir yemek alışkanlığı olmanın ötesine geçti; tabloid gazetelerle, internetle, elektronik müzikle ve zap’leme refleksiyle hayatımızın her alanına girdi.
Ve bu değişim yaşanırken, Hollywood da değişti.
Hollywood artık kanıtlanmış şablonlar üzerinden ilerliyor. Özgün senaryolar yerlerini, biyografilere, gerçek olay filmlerine, dünya sinemalarından uyarlamalara, yeniden çevrimlere ve çizgi roman filmlerine bırakmış durumda. Deneysellik giderek yerini, gişe yapacağı neredeyse kesin olan senaryolara terkediyor.
Örnek mi? Örnek çok. Ama acaba nereden başlamalı?
Biyografiler dedik. Biraz hatırlayalım. Yakın zamana gidelim: King’s Speech, The Iron Lady, The Queen ile İngiliz monarşisinin tanınmış simaları rahat seyirci buluyor. Onları, Lincoln, Frost/Nixon, The Conspirator ve J. Edgar ile Amerikan demokrasisi izliyor. Hatta Abraham Lincoln: Vampire Hunter gibi ilginç genre (janr) denemeleri bile oluyor.
Peki ya yabancı sinemalardan uyarlamalar? Abre Los Ojos, Vanilla Sky oluyor. [Rec], Quarantine. Män Som Hatar Kvinnor, The Girl with the Dragon Tattoo. Infernal Affairs ise, Departed. Solaris? Neyse, o Solaris olarak kalıyor.
Cape Fear yeniden çevriliyor. Thin Red Line da. King Kong, keza 3 kez. The Body Snatchers: 4 kez!
Çizgi roman uyarlamaları bile yeniden pişirilip önümüze konuluyor. Superman önce reboot, sonra re-reboot ediliyor. Hulk, Fantastic Four, Spider-Man onu izliyor.
Günün sonunda, Citizen Kane, Mr. Smith Goes To Washington, Butch Cassidy and the Sundance Kid, The Sting, Chinatown, Tootsie, Brubaker, Rain Man, Dead Poets Society, The Fisher King, The Usual Suspects, American Beauty ve Magnolia gibi filmler giderek azalıyor.
Sadece bağımsız sinema festivalleri özgün sinemanın ruhunu korumak için savaşıyor. Peki bunlardan en önemlisi olan Sundance Film Festivali’nin kurucusu Robert Redford’un 3 filminin bir önceki paragrafta olması bir tesadüf mü? Belki de değil.
Ama asıl soru şu: Fast food movies ile Hollywood artık ne kadar karın doyuruyor? |