Bu sayfada yeralan verilerin tamamı özgün içeriktir. Antrakt Sinema’dan izin almadan tamamı ya da parçası kopyalanamaz, kullanılamaz.

Filmde Ahu Türkpençe oynuyor.

Deniz Akçay filmin setinde...

 

SÖYLEŞİ: Bu filmde başrol ailenin; 'Köksüz'

Gülhan Düzgün Yazıları

Bu filmde başrol ailenin; 'Köksüz'

50. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin Uluslararası Yarışma Bölümü’nde yer alan filmlerden biri Köksüz. Film, babalarının ölümünden sonra bocalayan bir aileyi, anne-kız çatışmasını merkeze alarak, psikanalitik ve Freudyen göndermelerle anlatıyor.

Filmin senaristi ve yönetmeni Deniz Akçay’ı Ayrılsak da Beraberiz, Yarım Elma, Hayat Bilgisi, Büyük Yalan, Şöhret, Küçük Kadınlar, Babam İçin gibi dizilerin senaristi olarak tanıdık. 2000 yılından beri senaryolar yazıyor. Önce Birol Güven, sonra Gani Müjde ile çalıştı. 2004 yılında kendi senaryo ekibini kurdu. Ege Üniversitesi’nde Tarih ve Sinema TV bölümlerinde okudu. Senaryo yazmaya başladığında 19 yaşındaydı ve tarih bölümü öğrencisiydi, tesadüfi bir şekilde senarist oldu.

"Bu kadar öznel bir hikayeyi çekebilmek çok zor. 
Karnında bir yeri bıçakla deşiyorsun ve o yarayı açıp
herkese gösteriyorsun, o kadar zor ki…"

Gülhan Düzgün: İzlediğiniz filmler, okuduğunuz kitaplar mı sizi böyle bir hikaye anlatmaya yöneltti, etrafınızda tanık olduğunuz bir gerçeklikten mi yola çıktınız? Yoksa Köksüz, sizin kendi hikayeniz mi?

Deniz Akçay: Köksüz, biçemi açısından kurmaca olmasına rağmen, özü gerçek hikayeye dayanıyor. Aile bireyleri, kurmaca karakterlerin birebir karşılıkları olmamasına rağmen, benim hayatımdan bir parça. 7 senelik psikanalitik terapinin sonucu.

Anne-kız çatışması bizde pek işlenmeyen bir konu. Üstü örtülen fakat çok sık görülen bir çatışma. Özellikle intim tonda alttan yürüyenler…

Terapistimin, çok sevdiğim bir cümlesi var: “Anne ile kız ilişkisi daha en başından, ikisinin de taşıdığı cinsel kimlik dolayısıyla ayrılmamacasına özürlüdür. Çünkü onlar hem birbirlerinin aşkı hem birbirlerinin rakibidir.” Bu ilişkiyi sağlam inşa etmek için daha en başından her iki tarafın da çok çaba sarf etmesi gerekiyor. Biz bunu bilen bir nesille büyümedik. Köksüz, benim ailemden çıkmış fakat egzajere edilmiş, kurmacaya çevrilmiş bir öykü.
Ben bir senaryo yazarıyım, senaryo yazmak istedim. Birebir gerçek mi derseniz değil, fakat böyle anneler çok tanıdım -kendi annemde de tepkileri benzememesine rağmen- pek çok yerde Nurcan ile çok benzediği anlar var.

Annem senaryoyu okuduktan sonra uzun bir süre kendine gelemedi. Bittiği zaman “neyse benimle meseleni kapatmışsın diye düşünüyorum” dedi.

Filmi bitirdim ve ilk defa dedim ki; “Benim babam öldü” Daha önce kabul etmediğim bir şeydi. 16 sene oldu babam öleli. Terapide de bir türlü kabul edemediğim, öfkesini yenemediğim bir duyguydu. Birince dereceden yakınların ölümünde ilk gözlenen durum; hayal kırıklığı ve öfke oluyor. Benim o öfkeyi aşmam çok uzun sürdü. Babamın yeterince savaşmadığını düşündüm. Film, benim için çok büyük bir kapanma oldu, kapandı, bitti. Tamam dedim bununla yürümeliyim, ağır oldu…

Çok domestik bir anne jenerasyonuna denk geldik biz. Fragmanın açılış sahnesi: Tek Başımıza. O benim çok içime dokunuyor. Gece dışarıya çıkmak için üç kişi olsan da bir adam etmiyorsun.

Gülhan Düzgün: Anne-kız çatışması Türkiye sinemasında görmediğimiz bir konu. Böyle bir film çekmeye nasıl karar verdin?

"Annem senaryoyu okuduktan sonra
uzun bir süre kendine gelemedi. 
​Bittiği zaman “neyse benimle meseleni
kapatmışsın diye düşünüyorum” dedi."


Deniz Akçay: Bir köşeden bu konuda çekilmiş bir film çıkacak diye bekledim. Cesaret mi
edilemedi, değer mi görmedi bu kadar mühim bir mesele bilmiyorum. İlişki kurmayı öğrendiğimiz yer anne, anne göğsünden çıkıp devam ediyoruz hayata. Çok muazzam bir çatışma ile öğreniyoruz.

Çok mükemmel görünen anne kız ilişkilerini deştiğinizde de temelindeki çatışmayı görüyorsunuz.

Anneyi hep idealize ediyoruz. Bizde anne, cennetin temsilcisi ve her zaman fedakar. Her zaman fedakar olan çok az anne tanıdım ben. Hele ki fazla çocuk için kendini vakfettiyse, yorgunluk ve hayal kırıklığı ile belli bir yaştan sonra daha da bencil olma eğilimindeler. Bunu yargılayarak söylemiyorum. Belki de haklılar, çünkü kendi hayatlarına dönüp bakıyorlar ve tüm hayatlarının başkaları için gitmiş olduğunu görüyorlar. Bunun öfkesini taşımamaları mümkün değil. Çok pamuklara sarıyor ve kutsallaştırıyoruz anneliği.

Gülhan Düzgün: Ahu Türkpençe ile yakın dostluğunuz nasıl başladı?

Deniz Akçay: Hep sinema filmi yazmak istedim ama hiç cesaret edemedim. Ahu ile Şöhret adlı dizide tanıştık. 2 sene sonra bir akşam Ahu’dan bir e-posta geldi bana: “Sen neden sinema filmi senaryosu yazmıyorsun?” diye.

Buluştuk, “senin uzun metraj yazman lazım, çektiğin acıyı görüyorum. Her neresinde olmamı istiyorsan varım, istersen figürasyon yaz” dedi. Bundan sonra arkadaşlığımız gelişmeye başladı. Ben yine korktum ve senaryoyu yazamadım.

Fakat ne zaman senaryo gelişmeye başladı ve aktı, gözümün önünde Ahu Türkpençe vardı. Karakterlerimiz de, hayat algımız da benzeşir. Ahu, filmi çok sahiplenip, içine girdi, sette benim için iş çok kolay oldu.

Aslında o kadar karanlık ki içinde yaşadığımız hayat, biraz sos katmazsak, tahammül etmek ve yeni bir güne başlayabilmek çok zor. Her gün daha zor olabilir. Bu hafta Emek Sineması eylemini yaşadık. Benim 9 aylık bir kızım var, kendimi o kadar umutsuz ve yorgun hissettim ki… Biz bu çocuğa ne verebiliriz, bir sinema salonu için sesimizi çıkaramıyoruz.

Çok tedirgin çektim bu filmi. Bu kadar öznel bir hikayeyi çekebilmek çok zor. Karnında bir yeri bıçakla deşiyorsun ve o yarayı açıp herkese gösteriyorsun, o kadar zor ki…

GD: Her karakterle ayrı ayrı empati kurabildiğim, özdeşleşebildiğim, tamamen beni içine alan, yaralarıma dokunan bir film oldu Köksüz. Filmin, festivalde yarışma bölümüne alınması hakkında ne düşünüyorsunuz?

"Tek başımıza!
3 kişi olsan da
bir adam etmiyorsun!"

DA: Bu kadar küçük bütçelerle yapılan ilk filmlerin, yönetmenin çok canını yakan, anlatmazsa içinin rahat etmeyeceği, kendinden bir hikaye olmasını bekliyorum. Köksüz de böyle bir film.

Ben yıllardır film festivalinde film seyrediyorum. Köksüz’ün afişini burada görünce oturup ağlamak istedim. Bu benim için çok mucizevi bir şey. Yarışmadan da bir ödül gelirse bal kaymak olur. Bu yarışmaya seçilmek bile çok mühim. Ortak yapımcım M3 Film’den Marsel Kalvo ile bu sürecin tadını çıkaralım, ilk defa bir festivalin katılımcısıyız, bu duyguyu yaşayalım, bir şey ummayalım diye düşünüyoruz. Festivalin içinde olmanın tadını çıkarıyorum şu an.

GD: Köksüz burada dünya prömiyeri yapacak. Başka festivallere başvurdunuz mu?

DA: Filmimiz yeni bitti ve ilk başvurumuzu İstanbul Film Festivali’ne yaptık. Yarışmaya kabul edildiği haberi gelince 12,5 dakika çığlık attım. “Yarışmaya katılmayı zaten bekliyordum” gibi yapamıyorum. Soğukkanlı ve cool davranamıyorum. Heyecanımı gizleyemiyorum.

GD: Anne rolündeki Lale Başar çok başarılı bir performans sergiliyor? Oyuncunuzu seçmeniz nasıl oldu?

DA: Anne rolünde aradığım şey arızaydı. Maskında da o arıza çıksın istedim. Lale Başar, agresyona bağladığı zaman ifadesi hemen o agresyona dönüyor. Lale Başar’ı daha önce hiç tanımıyordum, fotoğrafını gördüğüm an peşine düştüm. Görüştük ve daha ikinci cümleyi kurarken benim kafamda anne rolü Lale Başar ile netleşmiş oldu. Sağ olsun iki ay boyunca gün aşırı, tam gün -sabahtan akşama- geldi. Karakterin her sahnesini anlamak için çabaladı. “Bir oyuncu için, hem çok kolay hem çok zor bir yönetmensin” dedi. “Kafan çok net, o netlik oyuncunun elini çok kolaylaştırıyor. Aynı zamanda da o netlik çok zorlaştırıyor, senin kafandakini bulmak için çırpınıyorum. Hareket edemiyorum, tam olarak kafandakine bürünmeye çalışıyorum.” dedi. İkimiz için de süreç kanamalı oldu ama sonuç nefis oldu.

İlker karakterini oynayacak oyuncuyu bulamıyorduk. Lale Başar’ın oğlu oynadı: Savaş Alp Başar. İnsanlar bakınca “bu bir aile” desin istedim. Aile bireyleri birbirine benzesin istedim. Başrol yok, başrol “aile” bu filmde. O benzerlik bir vücut oluştursun istedim.

GD: Neden filmi İzmir’de çektiniz?

DA: İzmirliyim. Bildiğim topraklar, bildiğim atmosfer, bu kadar kendimden bir hikayeyken, başka bir yere uyarlamak istemedim. Çamdibi bilmediğim bir mahalleydi fakat duygusu, dokusu bize hizmet eden bir yerdi.

Film, 10 aylık bir sürede geçiyor. Yaz sonundan başlayıp, ilkbaharın başlangıcında bitiyor.

Filmi çektiğimiz ev, bir hikaye anlatıyor insana.

GD: Çinli Amerikalı kadın yazar Amy Tan’in Talih Kuşu ve Mutfak Tanrısı başta olmak üzere tüm romanları anne kız çatışmasını anlatır. Talih Kuşu adlı romanından sinemaya uyarlanan The Joy Luck Club (1993) adlı filmi de oldukça etkileyicidir. Amerika’da Asyalı annelerin çok otoriter ve disiplinli olmaları, kız çocuklarını katı kurallarla yetiştirmeleri üzerine filmler ve romanlar var. Bu konuyu işleyen film ya da dizilerden aklında kalan var mı?

DA: Gilmore Girls dizisi üç kuşaktan anne kız çatışmasını anlatır, dizideki en katı anne bir Uzakdoğulu annedir. Çok naif bir dille anlatır, hiç dizi trüklerine girmez. Time Dergisi’nin tüm zamanların en iyi ilk 50 TV dizisi listesindedir. Çok katı, gelenekçi, kızına kök söktüren Uzakdoğulu bir anne karakteri vardır. O anne bizim annelere benzer.

GD: Film, destek aldı mı?

"Pamuklara sarıyor ve
kutsallaştırıyoruz anneliği..."

DA: Kültür Bakanlığı’ndan ilk film desteği aldı. M3 Film’den Marsel Kalvo ortak yapımcımız oldu. Kendi şirketimiz olan Zoe Film’in desteği ile yaptık. Zoe, köpeğimin ismi. Aslında, çok sevdiğim bir Nazım Hikmet şiirinden alınmadır. Rumcada hayat demektir. Eşim Ahmet Katıksız yönetmen yardımcılığı ve yapımcılık yaptı. Herkesin gönlüyle geldiği bir set oldu. Bu sanırım parasızlıkla ilgili bir durumdu. Hocamız Onur Çakalöz, Yaşar Üniversitesi’nden sinema öğrencilerini gönderdi. Filmin görüntü yönetmeni Ahmet Bayer, sanat yönetmeni Haluk Ünlü.

GD: Filmin finali gerçekten çok çarpıcı. Anne ne yapmaya çalışıyor?

DA: Aslında anne, film boyunca sanki kocası ölmemiş de, daha genç bir kızla gitmiş gibi davranıyor. Bir kere daha kocasını kaybedecek gücü yok. Saatli bir bomba gibi, kendisini imha ediyor. Kendini yok etmek pahasına, kızına hayatı zehir etmek istiyor. İkinci bir kaybı yaşamaya cesaret edemiyor.

GD: Teşekkür ederiz.

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Deniz Akçay: 1981 İzmir doğumlu Deniz Akçay Ege Üniversitesi’ndeki öğrencilik yıllarında Ayrılsak da Beraberiz TV dizisinde çalışmaya başladı. Ardından İletişim Bölümü’ne geçti ve Radyo TV Sinema eğitimi aldı. 2006 yılında New York Film Akademisi’nde yönetmenlik ve kurgu dersleri aldı. 2006 yılından sonra TV dizilerinde senaryo yazarı olarak çalışmaya başladı. 2013 yılında ilk uzun metrajlı filmi Köksüz’ü çekti.

Ana Sayfa | Film Arşivi | Gelecek Program | Haberler | Gişe Raporu | Köşe Yazıları

Mesafeli Satış Sözleşmesi | Teslimat ve İade Şartları | Gizlilik Politikası

© Antrakt Sinema Gazetesi | Tüm Hakları Saklıdır