Sinemaya yazılmış bir aşk mektubu olarak tanımladığı son filmi “Kırık Kucaklaşmalar” (Los Abrazos Rotos-Broken Embraces, 2009) ile son günlerde gündemimizde olan Pedro Almodovar’a, Antoni Casas Ros’un “Almodovar Teoremi” adlı romanından bir bakış atalım. Ünlü yönetmen Mateo Blanco’nun, görme özürlü bir senarist olan Harry Caine’e nasıl dönüştüğünün izlerini sürdüğümüz filmden, 2008’de yayımlanan “Almodovar Teoremi” adlı romana uzanıp, yazar Antoni Casas Ros’un kör olmak ile ilgili görüşlerine bir göz atalım: “Kör olmak, karşınızdakine artık parça parça değil bütün olarak bakmanızı sağlayan erdemdir çünkü aşkı olanaksız kılan, ona parçalayarak bakmaktır.”
Teninde, yüzünde ölen ama ruhunda ölmeyen bir adamı anlattığı romanıyla, 2008’de İspanya’da en iyi roman seçilen “Almodovar Teoremi”nde, Antoni Casas Ros, sinemacıları kendini bilen ressamlar olarak tanımlıyor ve Almodovar’ın dünyasını şöyle betimliyor: “Kadın mı erkek mi belli olmayanların şüpheli dünyası.” Hem ses olarak hem de kafada canlandırdıklarıyla muhteşem bir cümle, Almodovar’ın yorulmadan incelediği dünya işte bu. “Kaos kendini en keskin düzen, mükemmellik, ahenk arayışında gösterir. Bu da Almodovar teoreminin sonuçlarından biridir: Ahenk = Kaos. “Almodovar teoremini oluşturuyorum: Korkunç bir şeyi güzelliğe çevirmek için ona yeterince uzun süre bakmak yeter.”
Romanda, korkunç bir trafik kazasında deforme olan bedeni ve sevgilisinin ölümünün ağırlığıyla yaşama tutunamayan genç bir adamın hikâyesi anlatılır. Kendisinden “yüzü olmayan adam” diye söz eden anlatıcı, kendini bir Almodovar filminde hissetmeye ve Lisa adındaki travesti ile aşk yaşamaya başlar.
Bu oldukça etkileyici romanın, Sel Yayıncılık tarafından basılan kapağında, Selahattin Yıldırım’ın bir resmi var. Ressam Çağlar Doğru’nun “1.0.0” adlı sergisinden bir resmin de bu kapağa çok yakışacağını düşünmeden edemiyor insan.
Romanı okurken, ilk kez karşılaştığım bir kelimeyi çok sevdim: Saudade. Metnin aslında Portekizce ve Galiçyaca olan kelime, kaybedilen, özlenen ama gelecekte kavuşulması mümkün görünün bir şeye duyulan büyük arzu, hasret, nostalji anlamına geliyor.
Hem romanda hem “Kırık Kucaklaşmalar”da, olay örgüsünün merkezinde korkunç bir trafik kazası var, kaza sonucu filmde yönetmen Mateo Blanco görme yetisini kaybederken; romanda, Antoni, yüzün, şeklin, görünüşün her şey olduğu bir dünyada, yüzünü kaybediyor.
“Almodovar Teoremi”nde trafik kazası sonucu kaybettiği sevgilisi Sandra’dan: “Sandra fotoğrafçı olmak istiyordu. Yetenekliydi. Teker teker elbiselerini giyip kendi fotoğraflarını çekiyordu.”diye bahseder Antoni. Filmde ise Penelope Cruz'un canlandırdığı Lena karakteri fotoğraf makinesinin karşısında Marilyn Monroe'dan Audrey Hepburn'a kadar çeşitli oyuncuların kimliğine bürünür. Sandra’nın ve Lena’nın objektif ile imtihanı Amerikalı Fotoğraf Sanatçısı Cindy Sherman’ı hatırlatır. Sherman 1970’lerin sonunda gerçekleştirdiği “Untitled Film Stills-İsimsiz Film Kareleri” adlı retrospektifinde, kendi fotoğraflarını çeker, fakat kendi görüntüsünü film yıldızlarının imge kalıplarına sokarak fotoğrafa aktarır ve bu imgeler üzerinden kendisini imgeleştirir. Sherman cinselliğe yönelik bölünmüş bakış açısını, fotoğrafladığı kadın imgelerine taşır. Sherman kendi varoluşu, kimliği ve cinselliği ile olan mücadelesini film yıldızlarının görüntü kalıpları ile temsil etme çabasına girer ve bu çabanın sonucunda belirli temsiller arası gerilim içinde kalmış kadın imgeleri doğurur. Sherman’ın fotoğraflarını incelediğimizde, Yenigerçekçi İtalyan filmlerinin seksi köylü kadını, Marilyn Monroe'nun bir çeşit kopyası gibi kareler ile karşılaşırız. (Cindy Sherman ile ilgili ilk sunumu 2001 yılında Türk Film Araştırmalarında Yeni Yönelimler konferansında Bige Akdeniz’den dinlemiştim. Bige Akdeniz, Türk Film Araştırmalarında Yeni Yönelimler 3, Bağlam Yayınları, 2003, s. 127-129)
Almodovar, “Kırık Kucaklaşmalar” filminde "Sinir Krizinin Eşiğindeki Kadınlar", "Yüksek Topuklar", "Kika", "Bağla Beni" filmlerine selam çakarken, sinema tarihinin önemli birçok filmine de saygı duruşunda bulunuyor: Roberto Rossellini’nin 1954 yapımı filmi “İtalya’ya Yolculuk-Journey to Italy” filmine olduğu gibi…
Nuria Vidal’in Almodovar’a adadığı “El Cine de Pedro Almodovar” adlı kitabında, Almodovar Rossellini için şöyle diyor: “Rosselini beni De Sica’dan daha çok ilgilendiriyor. Benim yaratıcılığımda birkaç anahtar kişi vardır, işte Rosselini de bunlardan biri. Bunuel ve Hichcock’un daha belirgin olduğu sinema türüne benimkinde rastlanmaz ama Rosselini ve Renoir benim için çok çok önemlidir.” (Dünden Bugüne Almodovar, Fransızca’dan Çeviren: A. Zeynep Bayramoğlu, Sinema Yazıları, Türk Sineması Üzerine, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayını, Yaz 1992, s. 86.)
Almadovar ve Kadınları
“Kırık Kucaklaşmalar”da, Almodovar’ın daha önceki filmlerinden tanıdığımız kadın oyuncular yeniden karşımıza çıkıyor. Bunlar: Angela Molina (Lena’nın annesi), Kiti Manver (Madame Mylene, Lena’nın bağlı olduğu genelev patroniçesi bir nevi Manukyan), Lola Duenas (Ernesto Martel’in dudak okuyucusu), Rossy de Palma ve Chus Lampreave.
Kiti Manver’i, Iciar Bollain’in 2003 yapımı “Gözlerimi de Al” (Take my Eyes) filminin Rosa’sı olarak da hatırlıyoruz. Almodovar’ın 1984 yapımı “Bunu Haketmek İçin Ne yaptım?” (What have I done to deserve this?) filminde Juani’yi oynayan Kiti Manver’i, 1980 yapımı “Pepi, Luci, Bom” da da bir Almodovar kadını olarak izlemiştik. “Kiti Manver, Juani’yi oynadı. “Pepi”den beri onunla yeniden çalışmayı arzuluyordum. Ve doğrusu onun Jaen şivesi beni cezbediyordu. Juani, Gloria’nın komşusudur. Bu kadın, Tota Alba tipinde katı ve acılı bir kişidir. Kocası onu uzun zaman önce terk etmiştir, kızı Vanessa’ya alabildiğine kin besler çünkü küçük kız ona kocasını anımsatmaktadır. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, küçük kız telekinetik güce sahiptir ve her şeyi kırmaktadır. Anne çok sıradan ve çok adaletsizdir ama onu oynayan Kiti olduğu için hiçbir izleyici bunu istemeyecektir.” (“Bunu Haketmek için Ne yaptım?”(What have I done to deserve this?) filmi hakkında Almodovar’ın röportajından bir bölüm, Dünden Bugüne Almodovar, Fransızca’dan Çeviren: A. Zeynep Bayramoğlu, Sinema Yazıları, Türk Sineması Üzerine, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayını, Yaz 1992, s. 89.)
Chus Lampreave için ise şöyle diyor Almodovar: “Eğer filmler birer insan olsaydı, Chus bütün filmlerimin büyükannesi olurdu.”