Sektörün gişe anlamında hareketli olduğu zamanlar kadar, en iyilerin ödüllendirildiği zamanlar da sinemaseverlerin heyecanla takip ettiği zamanlardandır. Ödül sezonu gelir, öne çıkan isimler olur ve her bir oluşum için kim aday oldu, kim neden olmadı tartışmaları arasında üç aylık bir süreç geçip gider. Bahsi geçen dönem OSCAR’ların dağıtılmasıyla son bulur ve heyecanın ateşi kısa bir süreliğine söner. Gelin görün ki aslında heyecan hiçbir zaman yok olmaz. Festivaller sebebiyle dünyanın dört bir yanında sinema aşkıyla yanıp tutuşanlar, takip edecekleri bir etkinliği mutlaka bulur.
Berlin Film Festivali başlar, ardından İstanbul Film Festivali gelir, o biter CANNES kalp atışlarını hızlandırır, Venedik Uluslararası Film Festivali de şölenin başka bir ayağı olur. Yıl boyunca pek çok sinemacı farklı dallarda ödüllendirilir, lakin her bir organizasyonun yapısı bir diğerinden farklı olduğundan kazananlar iyi veya kaybedenler kötü demek çok da makul bir yaklaşım olmamaktadır. Bütçesi, A sınıf tabir edilen tüm dünyaca tanınan oyuncuların varlığı OSCAR tören ve sürecini daha ön plana çıkartır. Yılın en iyileri ödüllendiriliyor diye hemen her yerde başlıklar atılıyor olsa da kime ve neye göre iyi tartışması artık cevabı olmayan sorular sınıfına dahil olduğundan, üzerine konuşanı ne kadar kalmıştır bilinmez. Bu noktada OSCAR için kötü demek mantık dışı olabilir, lakin son yıllarda oluşan aday listelerinden farklı olarak son derece tahmin edilebilir film ve isimlerin yarışa dahil olup ödüle ulaşması onu eğlencelikten öteye taşımamaktadır. OSCAR ödülü alan bir aktris, Cate Blanchett, bile Greta Gerwig gibi yılın üstün performanslarından birini veren başka bir aktrisin Bağımsız Ruh Ödülleri’nde dahi neden adının geçmediğini sorgulamaktadır.
Benzeri çıkarımları CANNES için de yapabiliriz ama bu yıl izleyen herkesi şoke eden Mavi En Sıcak Renktir gibi yapımların varlığından aldığı güç, son dönem sinefillerin sosyal medya aracılığı ile seslerini daha rahat duyurabilir hale gelmesi sebebiyle, eskinin OSCAR hakimiyeti yavaş yavaş ortadan kalkmaktadır. Bir de Amerika kökenli oyuncuların sınırlarını zorlayan yapımlarda yer alıp, festivallerde ulaştıkları ödüller Avrupa kökenli pek çok organizasyonun bilinirlik ve farkındalığını özellikle bu gibi oluşumlara imtina etmeyen basının nezdinde iyice arttırmaktadır. Çok uzak geçmişe gitmeden Hollywood sınırları dahilinde, Amerikan Sarışını olmaktan öte bir başarısı olmayan Kirsten Dunst, kendini Lars Von Trier’in ellerine teslim ettiğinde Melankoli ile CANNES Film Festivali’nde farklı kültür ve bakış açılarına sahip bir jüri tarafından En İyi Kadın Oyuncu ödülünü almaktadır. Bu kadar lafı niye mi ettik? Yakın zamanda başlayacak olan İstanbul Film Festivali sebebiyle sinemanın temel ekseni iddiasız gibi gözüken ama unutulması zor olan yapımlarla şehri renklendirmeye başlayacak. Vizyona çıkması yasaklanan ve sansürlenen Nymphomaniac’ın festival programına dahil edilmesi epey ilgi çekti. Sonuçta OSCAR’ı tamamen yok saymadan, elimizin altındaki gizli hazineleri keşfetmek ve unutulmaz sinema deneyimleri yaşamak için ille de ihtişamlı ödüllere gerek yoktur.
|