Bu sayfada yeralan verilerin tamamı özgün içeriktir. Antrakt Sinema’dan izin almadan tamamı ya da parçası kopyalanamaz, kullanılamaz.

 

Bir garip ikili Sinema ve Televizyon

Oğuz Albayrak Yazıları

Birbirini besleyen ikili söylemine alışkınız aslında. Hayatımızın pek çok safha ve noktasında sıkça karşılaşıyoruz. Yaşanılan acılar insanı güçlendiriyorsa acı ve güçlü insan arasındaki bağlantı alakasız gibi gözükse de beyazcam ve beyazperdenin de birbirini besleyen yapısı bu savımı destekliyor sanırım.
Çok uzağa değil bir önceki yazımda bahsi geçen The A Team, Sex and The City gibi filmler özünde birer TV dizisi iken yaratmış oldukları fenomen hissi ile kendilerini seviye atlayarak geniş kitlelere (aslında hangisi daha geniş kitleye ulaşıyor o da tartışılır ama bunu ilerleyen paragraflarda açıklayacağım) sunulmuş halde buldular.
Bu konunun bizdeki güncel örneği ise Perşembe akşamlarının yeni popüler izlencesi Fatmagül’ün suçu ne? dizisi. Bizde bu işler biraz magazinel tartışmalar üzerinden ilerlese de en iyi Fatmagül kompozisyonunun Hülya Avşar’ın mı yoksa Beren Saat’in mi vücudunda hayat bulduğunu biraz zaman sonra hep beraber göreceğiz. Burada gerçekten adil değerlendirmeyi yapacak olanlar da “Aaa bak Aşk-ı Memnu’nun kitabı çıkmış” diyen izleyici değil orta yaş üzeri izleyici olduğunun altını çizmeme sanırım gerek yok.
Bu noktada durup bakalım ve beyazperde beyazcam ikilisi birbirini besliyor olsa bile bir yandan da baltalıyor tezini öne sürerek konunun “zaman” kısmına odaklanalım. Zaman neden önemli? Sinema filmleri ortalama yüz dakika iken, dizinin bir bölümü ortalama yetmiş beş dakika. Dizide sürekli Fatmagül karakterini izlemiyoruz. Sinema filminin kısıtlı zamanda hem karakterin altını doldurma, hem hikayeyi inandırıcı kılacak bir olay kurgusuna sahip olma gibi zorunlulukları var. Senaryo yazarlarının usta kaleminden ne kadar ustaca iş çıkarsa çıksın oyuncunun tek bir duruşu, tek bir bakışı yeri gelip anlam ifade etmiyorsa sıkıntı başlıyor demektir. Elindeki zamanı en iyi şekilde kullanması gereken yönetmenin de kendi stilini yedirmek ve bunu da yine olay örgüsünü bozmadan, derdini bazen kadrajlarıyla anlatması sıkıntısı dizi yönetmenlerinin geniş zamanda anlatım rahatlığıyla ters düşmekte. Oyuncular için ise sıkıntı yeri gelecek 3 sayfalık senaryo malzemesini tek bir nüansla vererek, karakteri karton bir yapıdan ete kemiğe bürünmüş hale getirmeye çalışmakla baş gösteriyor. O an için fazla şansı yok, Hülya Avşar’ın Beren Saat gibi tüm bir bölüm süresi boyunca hastanede yatmak gibi bir şansının olmaması gibi.
Fatmagül bağlamına fazla takılmadan yazının özünden yola çıkıp (aslında en başından olması gerektiği gibi) bakarsak diziden sinemaya kısmında durum daha vahim. Neden daha vahim? Öncelikle süresi yirmi beş ile kırk beş dakika arasında değişen (yabancı piyasada dizi emektarlarının daha şanslı olduğu gerçeğinin ilk ve en önemli göstergesi) bir süre sorunsalı var. Her bölümünde aynı ekip bazlı farklı kurgular üzerine ilerleyen sistem, tam tersine dönerek ortalama uzunluktaki bir film kadar (ki fazlası ne kadar iyi üzerine düşünülmesi gerekli) süreyle tek bir olayı anlatmak ve yan öyküleri inandırıcı bir şekilde ana olayla ilişkilendirmekle yükümlü. Üstelik bunu yaparken de dizideki inandırıcı etkiyi kaybetmemek gibi dertler baş göstermekte. Hiç mi avantaj yok? Tabii ki var. En önemlisi dizideki karakterlerin geçmişini zaten biliyoruz, bizler için halihazırda 3 boyutlular ve neye ne tepki vereceklerini ziyadesiyle iyi biliyoruz. Sorun dizinin sadık izleyicisinin tepkisini çekmeyecek akılcı bir senaryo yazılmasında bitiyor. Geçen yazıda örneklenen A Team filminin aksiyonu göz kamaştırıyordu yalan yok ama diziyle kıyaslandığında mantık çerçevesinde de değildi. Olay kurgusunun ne üzerine olduğu irdelenince de aynı sorunu yaşıyorduk çünkü an’ı değil dünyayı kurtarmaya soyunmuşlardı kahramanlarımız.
Karakterlerin aynı özelliklere sahip olmasının veya olan bitene karşı tepkilerinin aynı olmasının da bir yere kadar sindirilebilir olduğu aşikar. Bu açıdan Sex and the City’nin dezavantajı ise kadın-erkek-cinsellik üçgeninde söyleyecek bir şeyinin kalmaması. Filmi kötü yapan ise dizinin uzatılmış ve sıkıcı bir bölümünü izliyormuş edasına gark olmamızdı. Carrie Bradshaw ayakkabıları için özel bir oda tasarlamış, Mr. Big ile evlenme hayallerini mükemmel bir organizasyon ile gerçeğe dönüştürme hevesinde, vesaire vesaire… E ama biz bunları zaten biliyorduk! O zaman süresi iki saati aşkın bir film ile bunları yinelemeye ne gerek var? Yirmi beş dakika içinde su gibi akıp giden dizi yüz otuz küsür dakika sürünce insanda astıma benzer bir nefes alamamaya ziyadesiyle de darlamaya vesile oluyor haliyle. Nicole Kidman lokomotifi ile iş yapması umulan Bewitched hezimeti için durum yine aynı idi.
Bizden bir örnek verecek olursak Asmalı Konak faciasını hatırlamayanımız var mı? Deli Yürek de sinemaya uyarlandı, Kurtlar Vadisi de… Dizinin hangi türe dahil olduğunun sinemadaki başarısına (en azından gişe anlamında) direkt etki eden faktör olduğundan yola çıkacak olursak, drama dizilerinin aksiyon barındıranlara göre çok daha geriden ve zorlu bir yarışa başladıkları sonucuna varabilir miyiz? Şahsen ben varıyorum. Asmalı Konak: Hayat örneğinde olduğu gibi karakterleri hafif deforme edilmiş halde bulmak (en azından seslerini) uyarlamaların başka bir çıkmazı olabilir. Ayrıca bir paragraf açmadan yine TV kökenli olup her daim kar ettiren reality show uzun sinema versiyonlarını da burada saygıyla anmak istiyorum, Jack-Ass veya Crocodile Hunter gibi.
Yukarıda belirttiğim noktaya geri dönecek olursak, filme uyarlanmış dizilerin mi daha geniş kitlelere ulaştığı yoksa televizyonun mu bunu sağladığı gerçeği değişkendir. Yaygınlık faktörü göz önüne alınırsa TV daha geniş kitlelere ulaşıyorsa sinemanın beylik iddiası “geniş kitle” ne oluyor peki?
Diyeceksiniz ki her uyarlama mı başarısız oluyor? Değil tabii ancak bu başarı maalesef filmler seri hale getirilmeye çalışıldığında devam ettirilemiyor. Sürekli SATC yi örnek veriyorum ama bu konuda yalnız olmadığı için bu seferlik dört bayanımız kendilerini eleştiri oklarımdan(!) kurtararak bayrağı Dana Scully-Fox Mulder ikilisini önümüze getiren X Files ekibine bırakıyor.
Sonuç olarak Beren Saat’e çıktığı yolda başarılarımızı dileklerimizi sunuyor ve her tıkanma noktasında elini beyazcamdan yapılan küreye daldırıp oradan çıkarttıkları karakterleri beyazperdede, beyazcamda elde etmiş olduğu saygınlığı kaybetmesine sebep olan Hollywood cin yapımcılarına kimin dur demesi gerektiğini düşünmemiz gerektiği gerçeğiyle herkese iyi bir hafta diliyorum.

Ana Sayfa | Film Arşivi | Gelecek Program | Haberler | Gişe Raporu | Köşe Yazıları

Mesafeli Satış Sözleşmesi | Teslimat ve İade Şartları | Gizlilik Politikası

© Antrakt Sinema Gazetesi | Tüm Hakları Saklıdır