Bu sayfada yeralan verilerin tamamı özgün içeriktir. Antrakt Sinema’dan izin almadan tamamı ya da parçası kopyalanamaz, kullanılamaz.

 

Leon - Profesyonel

Başak Tuncel Yazıları

“Biz saygınlığımızı korumak, üstünlük ve değerlilik duygularımızı zedelememek için, oyunu kurallarına göre oynuyoruz.” H. S. Sullivan

İnsan genellikle “uzay kadar geniş, sonsuzluk kadar zamansız” gibi tabirleri anlamlandıramaz hatta zıtlıklar olmadan düşünebildiği, ya da anlamlandırma yetisini kullanabildiği de görülmemiştir.  Işık olmadan karanlığı, karanlık ve ışık olmadan gölgeyi anlamlandıramaz. Hayal gücü ise bu iki uç arasındaki kesişim çizgisi: ne siyahtır ne beyaz. Ne doğrudur, ne yanlış. Ne iyidir ne kötü. Fakat işin özüne bakınca yumurtanın her iki tarafının da pişmesini isteriz, bazen işte bilirsiniz sesinizi kimseye duyuramazsınız. Yardım çığlıklarını genellikle kimse duyamayacak hale gelmiştir; çünkü herkesin yardıma ihtiyacı vardır. Duyarlı olduğunu sananlar bile şu içinde bulunduğumuz çağda, kedi gören fare misali deliklerine saklanmıştır.

Onların kim olduğunu hatırlayamadığınız gibi kendinize de yabancılaşmışsınızdır. Bir gün hiç ummadığınız bir gün, kendinizi bir yolun ortasına öylece atılıverilmiş olarak uyanabilirsiniz. Sıcak yatağınızdan koparılmışsınızdır. Evinizden, ailenizden. İşte bu her şeyin değişeceği andır. Uyanıp uyanmadığınızın ayırdına bile varamazsınız yani o kadar tuhaftır her şey. Hafıza kaybı mı dersiniz adına? Yoksa toplu hafıza kaybımı? Biz toplum olarak bazı şeyleri unuttuk. Unutturuldu. Sesimizi duyurmaktan vazgeçtik; çünkü biliyorduk onlar da bizim gibi hiçbir şey hatırlamıyorlar. Hiçbir anahtar hiçbir kapıya uymuyor. Evimizi kaybetmişiz, evimizin yolunu bile kaybetmişiz. Dışarıdayız.

Telefonlar defalarca çalar, cevap veren bulunmaz. Operatör bile çıkmaz. Hatta artık aradığınız numara kullanılmamaktadır. İletişim kurmakla ilgili her türlü numara denenir. Telefon rehberlerinde tanıdık birinin adını bulamazsınız çünkü hatırlayamazsınız. Unutulmuştur. Sonunda kilitli kaldığınızı sandığınız delikten kaçarsınız bir tuhaf şekilde. Kimse sizi peşinizden takip etmez, kimse ardınızdan gelmez ve gizlice dinlemez. Şehir boşalmıştır. Polis merkezleri, mağazalar, hastaneler, köprüler, tiyatro salonları, evler, sokaklar…

Yaşam belirtisi gösteren tek şey su damlatan musluktur.

“Dünya üzerindeki son insan” olduğunuzu düşünmeye başlarsınız fakat tuhaflık sürmektedir kendi adınızı hatırlayamazsınız, hatta kendi yüzünüzü bile. İki kelime edebileceğiniz tek bir kimse yoktur. Kendiniz dâhil. Deniz kıyısında kuma yazacak bir yazı dahi gelmez aklınıza. O kadar vahimdir yani durum. Yardım edin diye yalvarırsınız. Küçük bir kobay gibi. Ve eğer birilerinin içinde biraz iyi niyet kırıntısı kalmışsa ve o iyi niyetle karşılaşırsanız paçayı kurtarırsınız, fakat insan kimsesiz bir dünyada yaşar. Yaşadığımız evler, öldüğümüzde konduğumuz mezarlar küçük birer kutudur. İnsan bir kutuya hapsedildiğinde hayal gücünün infilak etmesi kaçınılmazdır. Yazarlar ise en nadide eserlerini hapishanede vermiştir. O da ayrı konu.

“Mideyi yoğunlaştırılmış besinlerle besleyebilir, okuma ve boş zaman etkinlikleri için mikrofilmler, hatta filmler temin edebiliriz. Oksijeni içeri, atıkları dışarı pompalayabiliriz. Anca simüle edemeyeceğimiz tek bir şey var. Çok temel bir ihtiyaç. İnsanın kendisine eşlik edilmesine karşı özlemi. Yalnızlık sorunu. İşte henüz üstesinden gelemediğimiz tek şey bu.”

Eric Fromm’a göre: “Freud’un görüşünde, sevginin bir adım daha ilerisi akıl dışı bir durum olacaktır. Akıldışı sevgiyle, olgun bir kişiliğin ortaya dökülüşü olan sevgi arasındaki ayrımı bilmez Freud.” Yani Matilda ve Leon arasındaki sevgiyi. Fromm, eleştirisine şöyle devam eder: “ Olgun insanın en üstün başarısı olarak sevgi Freud’a göre incelenmeye değer bir şey değildir, çünkü gerçekte böyle bir şey yoktur.” Fromm, bunun kapitalist dünya düzeninin yaratımında, kullanışlı bir model olduğunu ima eder.

İnsan sevilmediği için yaşamı bir yana atma isteği duyan bir canlıdır. Herhangi bir işte profesyonel olana kadar aslında bu istekle mücadele eder. Bu, bizi çağdaş insanın makinelerin hızıyla doğru orantılı olarak artan duyarsızlaşma sorununa götürür. Her şey hızla çalışır, hızla işini en iyi şekilde yapar. Elektrikli ev aletlerinden uçaklara kadar bütün makineler profesyonelce işini yapar.

Leon başlangıçta böyle bir otomattır. En önemlisi o bir profesyoneldir. Matilda’yla karşılaşıncaya kadar. Karşılaşma sonucunda, ikisi de bundan değişmeden kurtulamaz. Profesyonel olana kadar, herhangi bir işte en iyisi olana kadar ilgi ve çaba gerekir.

“-Bitkini seviyorsun değil mi?

-En iyi dostum. Hep mutlu. Soru sormaz. Hem de bana benziyor görüyorsun ya. Kök yok.

-Onu gerçekten seviyorsan kök salabilmesi için bir parkın ortasına dikmelisin.”

Leon kendisini bitkiye benzetmesiyle, aslında bitkinin işinin sadece yaşamak olması gibi; kendi işinin yani yaşamının da öldürmek olduğunu söyler. Bu kadar basittir yaşamak. Soru sormaz, düşünmez hatta okumayı bile bilmez Leon. En ünlü insanları tanımaz. O, bu yüzden bir efsanedir. Bütün zıtlıklardan sıyrılmıştır. Kendisini eylemsizlik noktasına bırakmıştır. Yaşama böyle kökten karışmıştır. Yanlışlar ve doğrular hakkında yapılan genellemelere Luc Besson, bir Osmanlı tokatı atıyor bence. Bu nedenle film ahlak bekçileri tarafından fazlaca anlaşılmamış yüzeysel bulunmuştur. Tıpkı hayatta da olduğu gibi; çünkü ahlak iyi veya kötü gibi genelin anlamlandırması üzerine kurulu bir düzen değildir. Yüzeysel olarak değerlendirilemeyecek kadar karışık bağlantılar içerir. Sevgiyi bilmeyenler ahlak hakkında martaval okuyanlardır.

Mesleki anlamda uygun davranışlar sergilemek etiğin konusuyken bu filmi de; bir profesyonel katilin uygunsuz davranışlarındaki etiği yakalama çabası olarak mı göreceğiz? Nesnel.

Teoride ya da soyut olarak sevgi, anlamlandırmalarla makuldür. Sevginin özündeki iş birliği duygusu köklenmemize ışık tutar. Bizi yalnızlığın köklerinden sökerek başka bir toprağa diker, nefes alabileceğimiz, büyüyebileceğimiz, olgunlaşıp daha fazla kök salabileceğimiz bir yere.

Fromm der ki: “Sevginin yalnız olağanüstü bir bireysel olgu olarak değil, toplumsal bir olgu olarak bulunabileceğine inanmak insan yaratılışını iyi bilmekten doğan akla uygun bir inançtır.”

İnsanın varoluş sorunu, iyi olma sorunu, kök sorunu, ekilip dikilme sorunu, toprağı sürme sorunu, toprak uğruna kan dökme sorunu, vatan ve millet sorunu, çocukları koruyamama sorunu, küreselleşme sorunu, doğayı katletme sorunu, yalnızlık sorunu… Bitmek tükenmek bilmeyen bütün sorunlar belki de sevgide çözüm bulur, ne dersiniz? Belki de yaşamak için ihtiyacımız olan tek şey budur.

Olamaz mı, olabilir…

 

Yen Tür Dağının Çiçeği

Dağın tepesinde çiçekleniyor

Şiddetli rüzgârlarda sakin

Değişimin bulutları arasında

Yüz yıl önce

Buda Kral Tran Nhan Tong

Geçerken eğdi başını

Sen ve ben

Geçerken eğiyoruz başımızı

Çocuklar da eğiyorlar başlarını

Dağdan inerken

Küçük bambu kamışlarını tutan

Hacılarla karşılaşıyoruz

Bütün gözler yukarı bakıyor

Çiçeği köklerinden yakmak için odunları yığdığımızda

Mai Van Phan

Ana Sayfa | Film Arşivi | Gelecek Program | Haberler | Gişe Raporu | Köşe Yazıları

Mesafeli Satış Sözleşmesi | Teslimat ve İade Şartları | Gizlilik Politikası

© Antrakt Sinema Gazetesi | Tüm Hakları Saklıdır