28 Şubat 2016’da yapılan 88. Akademi Ödülleri nam-ı diğer OSCAR’lar, Türkiye gündemine yönetmen Deniz Gamze Ergüven’in filmi Mustang ile de gelmişti. Mustang filmi, Türkiye yapımı mı, yoksa Fransa yapımı mıydı? Yabancı Dilde En İyi Film OSCAR ödülünü alabilecek miydi?
Tartışmalar bu yönde ilerlerken gözlerden kaçan çok önemli bir gelişme oldu. Altı OSCAR ödülüyle gecenin en başarılı filmi olan ‘Mad Max: Fury Road’ En İyi Film Kurgusu OSCAR’ını da aldı. Filmin kurgucusu Margaret Sixel, OSCAR kürsüsünden Dijital Efekt Kurgucusu Semih Özköseoğlu’na teşekkür etti. Milyonlarca insanın izlediği ve canlı yayınlanan ödül töreni gecesinde Semih Özköseoğlu’nun adı alt yazıda geçti. Semih Özköseoğlu’na ulaştık ve bir röportaj gerçekleştirdik.
OSCAR sahnesinden teşekkür alan kurgucu
Gülhan Düzgün
1979, İstanbul doğumlu Semih Özköseoğlu, Yeditepe Üniversitesi Grafik Tasarım mezunu. 2004 yılında İstanbul’dan ayrılıyor ve Londra’da Central Saint Martins’de Sahne Sanatları alanında yüksek lisans yapıyor. Bu dönemde videoart’a yoğunlaşıyor ve bitirme tezini David Lynch üzerine. Bu dönemde çektiği ilk kısa filminin kurgusunu kendi yapıyor. Kurgu alanı ilgisini çekiyor ve o dönemde birkaç reklam filminde çalışıyor. Özköseoğlu’nun Avustralyalı olan eşine Sony Pictures’ın dağıtım ağından bir iş teklifi gelince (Passion Distribution), 2007 yılında Sidney’e gidiyorlar ve çift orada yaşamaya başlıyor.
2008 yılında Happy Feet ve The Lego Movie gibi filmleri yapan Animal Logic’te çalışmaya başlıyor. Burada çalıştığı ilk büyük bütçeli film, yönetmen Zack Snyder’ın Legend of the Guardians: The Owls of Ga’Hoole’u oluyor. 2008-2010 yılları arasında bu filmde çalışıyor ve süreci ikinci asistan olarak bitiriyor. Bu filmde kurgucu David Burrows’un kurgu ekibinde yer alıyor.
Baykuş Krallığı filmi bittikten üç ay sonra, 2010 yılında George Miller’ın yönettiği Happy Feet 2’de ikinci asistan olarak çalışmaya başlıyor. Bu kez kurgucu Christian Gazal’ın takımında yer alıyor.
2012 yılında George Miller’ın Mad Max: Fury Road filminde Margaret Sixel’in kurgu ekibinde görsel efekt kurgucusu olarak çalışmaya başlıyor. Film 2015’te bitiyor.
“Margie, büyük bir sanatçı”
OSCAR Ödüllü kurgucu Margaret Sixel ile çalışmak sizin için nasıl bir deneyimdi?
Semih Özköseoğlu: İnanılmaz bir deneyimdi. George ve Margie ile çalışmak muhteşem. Margie, kurgucu olarak çok özgün biri. Bazı kurgucular teknisyen, bazıları ise sanatçı oluyor. Margie, çok büyük bir sanatçı. Teknisyenlik olarak asistanlarına ve kurgu ekibine güveniyor. Margie’nin sahnelere nasıl yaklaştığını görmek çok öğreticiydi benim için. Mad Max: Fury Road’da beş yüz saatlik görüntü vardı. Filmi, önce üç saate indirdik, ardından iki saat oldu. Bir araya getirilmesi çok zor olan bir filmdi. Kurgu süreci çok zordu. Revenant nasıl bir süreçten geçti bilmiyorum… Bu kadar zorlu bir kurgu sürecinden dolayı En İyi Film Kurgusu OSCAR’ını almış olmamıza çok sevindik.
George ve Margie, çalışanlarına karşı tavır olarak çok saygılı ve cömert insanlar. George; çok centilmen kişiliğe sahip biri. En stresli zamanlarda bile -ki stres dediğimiz şey gerçekten çok büyük durumlardı- stüdyoda hiç tartışmaya tanık olmadım. Haftada 120-130 saat çalıştığımız zamanlar oluyordu, herkesin üzerinde çok büyük bir baskı oluşuyordu. Yine de tüm çalışanlar birbirlerine karşı çok saygı ve sevgi doluydu. Ekip ruhu çok üst düzeydeydi. Bazen bir filmde çalışıyorsun ve filme çok büyük bir katkın olduğunu hissetmiyorsun. Bu filmi yaparken, George ve Margie bütün ekibe bu filmin bir parçası olduklarını en güzel şekilde hissettirdi. En küçük görevleri yapan kişiler bile filme bir katkıları olduğunu hissetti. Film bittiğinde ekip çok üzüldü. Bir daha böyle muhteşem bir deneyim yaşayabilir miyim bilmiyorum…
Mad Max için çalıştığınız şirketin adı nedir?
KMM; Kennedy Miller Mitchell Productions. Byron Kennedy, George Miller ve Doug Mitchell’ın ortak olduğu bir prodüksiyon şirketi. Doug Mitchell, Mad Max’ın yapımcısı. Daha önce de KMM ile Happy Feet 2’de çalıştım. Stüdyo Warner Bros, prodüksiyon firması KMM’di.
Görsel Efekt kurgucusu olarak yaptığınız işi tanımlar mısınız?
Editöryal departmanın bütün görsel efekt ihtiyaçlarına bakmakla yükümlüyüm. Bu ihtiyaçlardan bazıları, filmde görsel efekt gerektiren planları yakalamak, yönetmen ve editörle konuştuktan sonra planı, görsel efekt detayı olarak sirkülasyona sokmak; planları gerekli biçimde işleyip, görsel efekt şirketlerine göndermek, görüntünün geri gönderilen versiyonlarını kalite kontrolden geçirmek, kontrolden geçenleri, kesilmesi için editöre göndermek; gerekirse daha az kalitedeki versiyonlarını, zamanlama ve kompozisyon kararlarını verebilmek için hazır etmek, bu verileri editör ve yönetmenle çalışarak yenilemek.
Takip ettiğiniz ve filme değer kattığını düşündüğünüz kurgucular kimler?
2010 yılında vefat eden Quentin Tarantino’nun editörü Sally Menke. Özellikle Alejandro Gonzales Inarritu’nun editörü olarak tanınan Stephen Mirrione. Angus Wall ve Kirk Baxter; genelde David Fincher ile çalışırlar. Steven Spielberg’le yaptığı filmlerle bilinen Michael Kahn.
Kurgucu ile yönetmen arasında nasıl bir ilişki olması gerektiğini düşünüyorsunuz?
Kurgucunun ve yönetmenin kafasının uyuşması gerekiyor. George ve Margie’nin nasıl çalıştığını yakından görünce anladım. Mad Max’i bitirdiğimden beri iki filmde çalıştım. SFv1’da (Yönetmen: Shane Abbess, Kurgu: Adrian Rostirolla, 2016) yönetmen ve kurgucu on yıldır arkadaştı. Bu ilişkinin yansıyan başka bir enerjisi vardı. Safe Neighborhood’da ise (Yönetmen: Chris Packover, Kurgu: Julie-Anne De Ruvo, 2016) yönetmen ve kurgucunun ilk filmiydi. İki ekip arasındaki fark anlaşılabiliyor.
On yıldır çalışıyorum, yönetmenlerin hep aynı ekiple çalışmayı tercih etmesinin nedenlerini anlıyorum. Hem daha hızlı çalışabilmek için hem de sorunlara daha hızlı çözümler bulabilmek için.
“Hollywood’a gitmeyi değerlendiririm. Eşimle “büyük denizde küçük balık olmak mı, küçük denizde büyük balık olmak mı?” sorusu üzerine düşünüyoruz.”
Takip ettiğiniz ve ilginizi çeken yönetmenler, filmler…
David Lynch, Lars von Trier, Jim Jarmusch, Alajendro Gonzales Inarritu. Christopher Nolan, Darren Aronofsky.
The Fountain, Mulholland Drive, Lost Highway, Ghost Dog, Amores Perros, There Will Be Blood, The Assassination of Jesse James.
Türkiye Sineması’nı takip edebiliyor musun?
Takip edemiyorum. Sadece Nuri Bilge Ceylan’ın bütün filmlerini izledim. 2003 yılından sonraki sinemayı bilmiyorum. Nuri Bilge Ceylan’ın en iyi filminin Bir Zamanlar Anadolu’da olduğunu düşünüyorum.
Üniversite öğrencisi olduğum yıllarda film eleştirmeni olmak istiyordum. İstanbul Film Festivali’ni çok iyi takip ederdim. Biletlerimi önceden alırdım. Festivalde günde beş film izleyen sinefillerdendim. Şu anda haftada yetmiş ya da yüz saat çalışıyorum ve film izlemek izin çok vakit yaratamıyorum.
Avustralya’daki film endüstrisinden bahsedebilir misiniz?
Avustralya’daki film endüstrisi çok büyük değil. Yılda bir düzine kadar film yapılıyor. Mad Max: Fury Road yapım ekibinin %95’i Avustralyalı ama Amerikan filmi olduğu düşünülüyor.
Hollywood’a gitmek gibi bir hayaliniz var mı?
Hayal değil ama böyle bir teklif gelirse değerlendiririm. Eşim de sinema sektöründe çalıştığı için, onunla birlikte “büyük denizde küçük balık olmak mı, küçük denizde büyük balık olmak mı?” sorusu üzerine düşünüyoruz. Şu anda Avustralya’da mutluyuz.
Avustralya’daki etkili yönetmenlerle bağlantılarım var. Kurgu ekiplerinde çalışan insanları tanıyorum. Hollywood’u denemek yerine teklif geldiğinde gitmeyi tercih ederim. LA’de sadece yeteneğe değil şansa da ihtiyacınız var. Gidip, yapamayıp dönen pek çok insan tanıyorum. Biz Sidney’i çok seviyoruz, Los Angelas’a gitsek bile Sidney’e geri döneriz. Los Angeles’ın o kadar güzel olabileceğini düşünmüyorum.
Türkiye’de çalışmak istediğiniz yönetmenler var mı?
Takip edemediğim için isim veremiyorum. Bir Zamanlar Anadolu’nun bir parçası olmak isterdim. Bana hitap eden bir film. Uygun bir proje gelirse Türkiye’de çalışmak isterim.
Ülkenin durumuna bakıyorum; insanların bir şey söylemek istiyor olması lazım. Dert, tasa stres, sıkıntı, politik meseleler daha derin hikayelerin gelmesine neden oluyor. Avustralya’da insanların sorunları yok. Kusura bakmasınlar ama onların anlattığı hikayeler kalpten ve derinden gelmiyor bana.
“George Miller bana “otuz yıllık kontrat imzalayalım” dese, kabul ederim.”
Size tercih etme şansı verilse çalışmak isteyeceğiniz yönetmenler kimler olurdu?
Birinci tercihim Lars von Trier olurdu. Son zamanlarda yaptığı filmler inanılmaz ilgimi çekiyor. Onunla tanışmayı, nasıl çalıştığını görmeyi çok isterdim. Avustralya’da Popcorn Taxi* diye bir film festivali var. Antichrist hakkında bir söyleşisine katıldım, çok enteresan bir insan olduğunu düşünüyorum.
İkinci tercihim Aronofsky olurdu. Requim for a Dream’i İstanbul Film Festivali’nde izlemiştim. Darren Aronofsky, İstanbul’a gelmişti. Filmden sonra soru cevap bölümüne de kalmıştım. Biletimi imzalamıştı, hala saklıyorum.
Ve David Lynch ve Jean-Pierre Jeunet ile de çalışmayı çok isterdim.
George Miller ile tekrar çalışmayı çok istiyorum. Otuz yıllık kontrat imzalayalım, tam zamanlı benimle çalış dese kabul ederim.
Eski bir İstanbul Film Festivali takipçisi olarak Emek Sineması’nda çok film izlediniz mi? Emek Sineması’nın hayatınızdaki yeri nedir?
Orada çok film izledim. Yıkıldığını duyduğumda çok üzüldüm ve çok etkilendim. Dedem sinemayla çok ilgiliydi. Video kaset dükkanı vardı. Sinema aşkım dedem ile başladı. Bütün çocukluğum Emek Sineması’nın sokağında ve o civarda geçti. Annem de sinemaya gitmeyi severdi. Emek Sineması’nda film izlemek ile çok salonlu bir sinemada film izlemek farklı deneyimler. Modernize ve çok salonlu sinemalar pek çok güzelliği öldürdü. Çocukluğumun Kadıköy Rexx Sineması da çok farklıydı.
Dedenizden ve çocukluğunuzdan, sinemayla kurduğunuz ilk ilişkiden bahseder misiniz?
Çocukluğumu dedemin ve anneannemin evinde geçirdim. Yedi, on dört yaş dönemim arasında dedemin Fatih’teki video kaset dükkanından koliler dolusu film alır izlerdim. Dedemin inanılmaz bir sinema bilgisi ve birikimi vardı. Çocukluğumda yaz tatillerimi film izleyerek geçirirdim. İlk önce Asya menşeili dövüş filmleri izliyordum. Dedemin pijamaları bu filmlerdeki kıyafetlere benzediği için onları giyerdim. Sonra Amerikan Ninja filmlerini izledim. Klasik filmlere geçtim: Scorsese’nin Goodfellas’ını (1990) gördüğüm günü çok iyi hatırlıyorum, videoda izlemiştim. The Godfather, Taxi Driver, Apocalypse Now… Coppola’nın ve Scorsese’nin filmleri…
Yaşım ilerledikçe sinema zevkim de gelişti. On üç yaşıma geldiğimde kendi kendime sinemaya gitmeye başladım. Filmler üzerine yazmak istediğimde çok fazla film izlemeye başlamış bir sinefile dönüşmüştüm. Dedem, akciğer kanseri olduğunda Terminator II: Judgment Day’i her iki günde bir izlerdi. Sinemaya duyduğum aşkta dedemin çok büyük etkisi var.
Emek Sineması’nda ilk izlediğiniz filmi hatırlıyor musunuz?
İlk film değildi ama en net hatırladığım; Indiana Jones and the Temple of Doom (1984). Annemle çok küçük yaşlarda Emek Sineması’na gidiyormuşum, koltukların arasında uyurmuşum. Koltukların önündeki boşluklarda yatıp uyuduğumu hatırlıyorum. Benim çocukluğumda Süreyya, Rexx, Emek vardı. Sinemaya çok sık giderdik.
İstanbul Film Festivali’nde film izlemeye ne zaman başladınız?
1997’den 2003’e kadar her sene. 2004’te Londra’ya gittim. Günde en az iki, üç film izliyordum. Ondan önce de annemle birlikte gidiyordum. Annem sinemaya çok meraklıydı. The Last Emperor’a (Son İmparator, Yönetmen: Bernardo Bertolucci, 1987)** gitmiştik birlikte.
Türkiye’de sinema bölümlerinde okuyanlara tavsiyeleriniz nelerdir?
İngiltere’de ve Avusturalya’da ‘runner’ diye bir pozisyon var. Üniversitede sinema okumuyorlar. ‘Runnerlık’tan (kuryelikten) başlıyorlar ve prodüksiyon amirliğine kadar yükseliyorlar. Prodüksiyonun tamamına bakıyorlar. Kuryelik yapıyorlar. Oyuncuları havaalanından alıp otele getiriyorlar. İlk bilgilerimi yüksek lisans döneminde çalıştığım işlerde öğrendim. Deneyim çok önemli. İş hayatında çalıştıkça adım adım, yavaş yavaş öğreniyorsun. Yurtdışında yaşamaya başlayınca burnum biraz yere sürtündü. İstanbul’da yaşıyorken çok izole bir hayatım vardı.
Şu anda iş hayatında aradığımız en önemli şey, insanların çok çalışmaya müsait olması. Uzun ve yorucu iş saatlerinde, stres altında çalışmaya elverişli olması, aklına sahip çıkabilmesi… Bizim gibi işlerde en üstteki kişinin stresi, en alttakine kadar yansıyor. Bir domino etkisi söz konusu.
Sinemayla ilgili çok sevdiğim bir söz var: “Anything that can go wrong will go wrong” (yanlış gitme olasılığı bulunan bir şey, yanlış gider), en önemli anlarda büyük aksilikler olur, her çalıştığım filmde başıma gelmiştir.
Mad Max’ın kurgusu ne kadar sürdü?
Post prodüksiyon aşaması iki buçuk sene sürdü. Toplamda üç buçuk yılda bitirdik. Güney Afrika Namibia’da çekilen her şeyi beş ila yedi gün arasında alıyorduk. Alır almaz işleyip edip Margie’ye veriyorduk. George Miller Afrika’da çekimlere devam ediyorken biz filmi bir araya koymaya başlamıştık.
Kurgu dönemi nasıl bir süreçti?
Önce, ‘ilk montaj’ aşaması var. Bu, yönetmensiz devam eden bir bölüm. Filmin, Margie’nin yaptığı çok uzun bir ilk versiyonu var. George geldiğinde, sıfırdan başlamak istedi. Beş yüz saatlik görüntü vardı elimizde. Sette, sekiz ana kamera, on iki tane de ‘crashcam’ vardı.
Kurgu ekibinin dağılımı şöyleydi: Görsel efekt kurgucusu olarak ben Sidney’deydim. Birinci asistan, Namibia’daydı. Birinci asistanın iki yardımcısı vardı. Prodüksiyon aşamasında kurgu ekibi yedi kişiydi. Prodüksiyon bittikten sonra on iki kişiye kadar çıktı sayı.
Önce üç buçuk saatlik bir versiyon yaptık. Bir filmi bitirmek, bir yap-boz’u bir araya koymaksa eğer, editör de kaba kurguyu yaparak filmi hissetmeye çalışır. “Ritmi nedir, nerede ne vardır, bir şeye ihtiyacımız var mı?” gibi sorular üzerine düşünür. Editörümüz, ekip Namibia’dan dönmeden önce bir şey kaçırdık mı diye bakıyor, yakın plan kaçırdıysak bunları tespit edip sete bilgi veriyordu.
“Karakterler nereden başlıyor, nereye gidiyor, karakterlerin aralarındaki ilişki ne? gibi sorular üzerine düşünüyoruz. Mad Max gibi bir filmde coğrafya çok önemli. Değişken ve geçişli olduğu için istediğiniz her şeyi her yerde kullanamıyorsunuz. Film genelde ‘linear’ olarak çekildi ama bunu %100 olarak başarmak neredeyse imkansız.
Daha sonra yönetmen dönüyor. Yönetmen ile editör bir araya geliyor. Yönetmenin ilk kurgusu denilen bu bölüm iki buçuk saatlik bir versiyon. Hala kaba kurgu aşamasındasınız ve yönetmen çektiği görüntüler arasından filmi yeniden kuruyor.
“Ne kadar çok öğrenirsem yönetmen olmaktan o kadar korkuyorum. Şu anda öğrenmekten büyük keyif alıyorum.”
Kurgucunun ilk bitirdiği sahne filmin de birinci sahnesiydi. Sonra en problemli sahnelere geri dönüldü. O versiyonu seyredip, “en büyük problem ne” sorusu üzerinden kurguya döndük. Sonra çok ince ayrıntılara girdik. Oyuncuların performans verdikleri yüzlerce sahne içerisinden seçimler yaptık. George ve Margie, yalnızca o plan için en iyi versiyonun hangisi olduğuna karar verdiler. Belli bir duyguyu en iyi şekilde seyirciye verebilmek için en iyi versiyonun kombinasyonları hangisi? Gitderek detaylanıyor… Bir kare önce mi girsek bir kare sonra mı girsek? Bu karede bitirirsek gözler biraz daha açık kalıyor, bu karede gözleri biraz daha kapalı vs. Detaylara iniyoruz. Kare kare ilgileniyoruz filmle.
Haftada kaç saat çalışıyordunuz?
Günde on bir saat. Haftanın beş ya da altı günü, elli beş ila yetmiş saat arası. Filmin test gösterimleri arttıkça çalışma saatlerimiz arttı.
OSCAR ödül töreninde, canlı yayında Margaret Sixel tarafından size, ismen teşekkür edilince neler hissettiniz?
Ödülün alınması çok önemliydi. Töreni evde yalnız izledim. Bana teşekkür edileceğini hiç beklemiyordum. Benim için çok büyük bir sürpriz oldu. Alt yazıda adımın geçtiğini görünce çok duygulandım. Çok mutlu oldum. Bir filmde üç buçuk yıl çalışmak, bütün ekibimiz için çok büyük bir emek. Herkesin milyonlarca dakika emeği var. Sosyal medyadan çok tebrik mesajları aldım. Mad Max gibi harikulade bir projenin mutlu son ile bitmesi, altı OSCAR alması bütün ekibimizi çok sevindirdi. George ve Margie’yle, harika insanlardan oluşan bir ekiple, prodüksiyon şirketi olarak KMM ile çalışmak, kontratım, maaşı hepsi çok güzeldi. Harika bir deneyim olarak anılarımda yaşayacak. Mad Max projesi süresince hiç üzülerek hatırlayacağım bir olay olmadı. Her şey olağanüstüydü.
Altı OSCAR almış olmak, Avustralya’daki sinema sektörü için de çok önemli. İnsanların aklına Avustralya’da film yapma fikrini koydu. Ridley Scott, Alien: Covenant filminin çekimleri için Sidney’e geldi. OSCAR dalgası hayatımı etkilemeye devam ediyor. Tebrikler ve yeni iş teklifleri geliyor. Bundan sonraki iş hayatımı nasıl etkileyeceğini bilemiyorum.
Yönetmen olmayı düşünüyor musunuz?
Bu soruyu on yıl önce sorsaydınız, kesinlikle evet derdim. George ve Margie gibi insanlarla çalışınca anlıyorsun bunu. Hala öğreniyorum. Ne kadar çok öğrenirsem yönetmen olmaktan o kadar korkuyorum. Şu anda öğrenmekten büyük keyif alıyorum. Her filmin yapım süreci büyük bir okul benim için. Birlikte çalıştığım yönetmen ve kurguculardan çok memnunum. Çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Eğer bir gün yeterince öğrendim dersem, neden olmasın…
George Miller:
1945 doğumlu OSCAR ödüllü Avustralyalı yönetmen. Mad Max serilerinin, Happy Feet ve Happ Feet 2’nun yönetmeni. Mad Max: Fury Road’un 6 OSCAR ödülü almasından önce, Happy Feet ile En İyi Animasyon OSCAR’ını aldı. Hayatlarımıza 1992 yapımı Lorenzo’nun Yağı adlı filmiyle girdi, bu film ile En İyi Özgün Senaryo dalında ve En İyi Kadın Oyuncu dalında (Susan Sarandon) OSCAR’a aday oldu. 1995 yılından beri Kurgu Sanatçısı Margaret Sixel ile evli ve çiftin iki oğulları var.
Margaret Sixel:
Mad Max: Fury Road, Happy Feet, Babe: Pig in the City gibi filmlerin OSCAR ödüllü Avustralyalı kurgu sanatçısı.
*Popcorn Taxi: Avustralya’da yapılan, yarışma bölümü olmayan bağımsız bir film festivali.
** Son İmparator’un Türkiye vizyona çıkış tarihi: Nisan 1988.
» Mad Max: Fury Road film sayfası |