|
|
Bu sayfada yeralan verilerin tamamı özgün içeriktir. Antrakt Sinema’dan izin almadan tamamı ya da parçası kopyalanamaz, kullanılamaz. |

|
“Ben yaptım, oldu!” ile olmaz
|
|
|
|
Film çekmek meşakkatli iştir. Çok fazla değişkeni vardır ve süreç hep tahmin edildiği gibi işlemez. Siz Nicole Kidman tercihi ile yola çıkarsınız ama o bir önceki filminde dizinden ciddi sakatlanmıştır. Çekimler esnasında sakatlığı nükseder ve yerini birdenbire Jodie Foster alır. Evet bu senaryo David Fincher’ın orta güzellikteki klostorofobik filmi Panik Odası çekimlerinde gerçekleşti.
Senaryo bir süper modelin eşinden ayrılması üzerine kurgulanmıştı ama rol Jodie Foster’a gidince doğal olarak biraz değişime uğradı. Foster yerine Kidman süper model kavramına daha yakın fiziksel özelliklere sahip olduğundan olsa gerek. Düşünün ki bu olay çekimler esnasında yaşanan sıkıntı ve yapılan tüm hazırlıklar aniden kendini çöpte buluveriyor. Halihazırda çekilmiş sahneler ise basit bir kurgu ile Kidman’a doğumgünü hediyesi olarak verilebilir. Şu da bir seçenek Kidman özgeçmişinde “Fincher ile çalıştım” diyebilir.
Bu ve benzeri talihsizliklerin yanı sıra oyuncular için başka türlü sinir bozucu bir durum var. Kurgu esnasında kendisinin yer aldığı bölümlerin çıkartılması. Bunun bir standartı yok yönetmen kafasındaki sonucu elde etmek için bir sürü çekim yapar. Yan karakterlerin bazıları senaryoda işlevsel gibi gözükür ancak iş peliküle aktarıma gelince o karakter hikayeyi bir şekilde baltalıyorsa ipi çekilir. Standart kısmına bir örnek de oyuncunun ünü olabilir. Kurguda oynadığı bölümler filme konulmayan kişi Jennifer Lopez de olabilir kariyerinin başında olan Anne Hataway de.
Peki neden? Film kısıtlı zamanda mesajını vermeye veya eğlencelik olmaya gayret eder. Bir eksen vardır ve hikaye o eksen çevresinde başlar, gelişir, sonlanır. Filmin mesajının sapmasına sebep olacak her tür görüntü kurgu odasında çöpe gitmeye mahkumdur. Mesajın başarılı şekilde verilebildiği film sayısının gerekli miktarda olmadığı gerçeğinden yola çıkarsak kurgu odasında harcanan her bir dakikanın aslında ne kadar önem arzettiği de anlaşılabilir. Elmanın armut olması tabii ki beklenen bir şey değil ama yeşil mi yoksa kırmızı mı olacağına kurguda karar verilir.
Bazı filmler gereğinden uzun gelebilir. Yakın zamanda uzunluk ve izlenilebilirlik denklemini başarıyla veren örnek bence Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi filmidir. 1997 yılında Titanic ile hortlayan destansı filmler furyası devamında Meet Joe Black, Pearl Harbor ile devam etti. Titanic üç saatten fazla sürüyor ve başarılı oluyorsa neden diğerleri olmasındı? Olmayınca olmuyor işte. Meet Joe Black (MJB) gişede beklenilen başarının uzağından bile geçemedi. Pearl Harbor (PH) ise bire on beklenirken bire üç ancak verebildi.
MJB hakkında herhangi bir yargıya varabilmem imkansız zira filmi görmüşlüğüm yok. PH için diyebileceğim tek şey ise sinemada neredeyse uyuyakalacağım hissini bugün bile net anımsıyor oluşum. Koca bir buçuk saat aşk hikayesi ile geçmişti. E ama ben aşk hikayesi izlemeye gitmedim ki! Militarizmin tavan yapacağını bilsem de patlamaları, baskını görmek için Ankara Metropol sineması gişesine bir lira vermiştim 2001 yılında.
Nikita Mikhalkov’un Sibirya Berberi de kurgu aşaması sorunlu bir süreçte ilerleyen başka bir yapımdı. Sinema kurgusu ülkelere göre yüz almış beş ile yüz seksen dakika iken Rusya’da gösterilen televizyon kurgusu tam iki yüz yetmiş dakika. Filmin oyuncularından Richard Harris ilk dört saatlik kurgusunu izledikten sonra filmin prömiyeri esnasında gösterilen üç saatlik kurguyu protesto etmiş ve buna gerekçe olarak da ilk kurgunun bir şaheser olmasını göstermişti.
Benzeri bir sıkıntıyı Martin Scorsese New York Çeteleri filminde yaşamıştı. Çözüm olarak klasik yolu tercih etmiş ve yapımcı sütdyo Miramax’ın isteği üzerine filminde kesintiler yapmıştır. Aynı firma çatısı altında Kill Bill’i çeken Quentin Tarantino ise tüm baskılara direnmiş ve sütdyoya cevabını filmi ikiye bölerek vermiştir.
Sona geldiğimizde eldeki malzemeden en iyisini ortaya çıkartmak ise maksat bencilce davranmayıp izleyeni de düşünmek lazım. Meşhur Cem Yılmaz esprisi geliyor aklıma ister istemez. Doktor bu ne? İnsan yiyecek bunları. Sizi bilemem ama bence ne kadar güzel veya başyapıt olursa olsun bir filmin süre ederi yüz seksen dakikadan fazla doksan dakikadan az olmamalı. Herkese sevdikleriyle beraber nice mutlu bayramlara. |
|
|
|
Ana Sayfa | Film Arşivi | Gelecek Program | Haberler | Gişe Raporu |
Köşe Yazıları
Mesafeli Satış Sözleşmesi | Teslimat ve İade Şartları | Gizlilik Politikası

© Antrakt Sinema Gazetesi | Tüm Hakları Saklıdır
|