“Görüntün gelip beni buluyor beyhude yere
Sen yüzünü bana döndüğünde bulacaksın yalnızca
Düşlenen gölgeni bakışımın duvarında
O bedbaht benim aynalarda emsal
Tıpkı yansıtan ama göremeyen aynalar
Gözüm tıpkı onlar gibi boş ve
Barındırıyor onlar gibi
Körlüğünün kaynağı olan senin yokluğunu içinde”
Aragon
İnsan yaşadığı coğrafyaya benzer.
"İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suyunda yüzen balığa
Toprağını iten çiçeğe
Dağlarının tepelerinin dumanlı eğimine"
der. Edip Cansever. Doğu-Batı karşıtlığı arasında ne doğulusundur ne batılı. Ne yerdesindir ne gökte. Ne karanlıktasındır ne aydınlıkta; çünkü bütün karşıtlıkları birbirinden ayıran sınır çizgisi kaybolmuştur artık. Dünya küreselleşmenin pençesindedir. Karşıtlıklar yok olmanın eşiğindedir. Karşıtlık kelimesi kaybolmak üzeredir. Yaşanan bir alacakaranlık kuşağıdır sanki.
Yabancılara yaklaşır Kit (Debra Winger) ve kocası Port (John Malkovich) ülkesindeki yakınlarını bütün yakınlıkları terk ederek. Onlardaki terk ediş gezgin kimliğinin de mayasını oluşturur zira ikisi de yabancı bir ülkeye ayak bastıklarında kendilerini gezgin olarak konumlandırırlar. Turist ve gezgin ayrımı yabancılığın kuş bakışı değerlendirmesidir. Haritaya yaklaştıkça kuş bakışı, yerini ontolojik ve morfolojik sorunlara bırakır. Hiçbir düzlem bu sorunları çözebilmek için yeterli değildir.
Habitusun kökenine indiğimizde ise gördüğümüz Pierre Bourdieu’ya göre şöyledir. “Toplumsal dünyanın algılanmasını örgütleyen mantık sınıflarına bölme ilkesinin kendisi bizatihi toplumsal sınıflara bölünmenin içselleştirilmesinin ürünüdür. Her koşul birbirinden ayrılmaksızın, içsel nitelikleri ve bizzat kendisi bir ayrımsal(diferansiyel) konumlar, bir farklar sistemi olan koşullar sistemi içindeki konumuna borçlu olduğu ilişkisel nitelikleriyle, yani kendisini olmadığı her şeyden, özellikle de karşıtı olduğu tüm şeylerden ayıran her şeyle tanımlanır: toplumsal kimlik farklılıkta tanımlanır ve kendini farklılıkta ortaya koyar. Yaşam stilleri, habitusların, karşılıklı ilişkileri içinde habitusun kalıplarına göre algılandıklarından toplumsal olarak nitelenmiş işaret sistemleri (“seçkinler”ve “avamlar” vb. gibi) halini almış sistematik ürünlerdir. Koşul ve habitusların diyalektiği, sermayenin dağılımını (güç ilişkisi bilançosunu) algılanan farklara ve ayırt edici iyeliklere dönüştüren, yani sembolik sermayeye stilleri nesnel hakikatinde yanlış tanınan meşru sermaye dağılımına dönüştüren simyanın temelinde yatar.”
Varoluş koşulları fantezilerin yıkımının mezarlığıdır. Kit ve Port, çölün evrensel tüketiciliğinde kaybolarak romantizme ulaşır. Çöl savurgan ve tüketicidir. Ezici güçtür. Kendine adanan kurbanlarını yutmayı bekler. Karşılığında ise vereceği hiçbir şey yoktur. bir bardak çay dışında. Kapalı mekanların korunaklılığı yoktur, çöl alabildiğine engin, zamansız ve tehlikelidir. Tıpkı gökyüzü gibi. Ve gökyüzüne bakarak dua ederiz. Ezel’den esirgenmeyi bekleriz. Sonsuzluk algısı ufuk çizgisi kadar berraklaşır. Ama yeri ve göğü birbirinden ayıran ufuk çizgisi hiçbir zaman gerçek olmamıştır. Hayal mahsulüdür, o bir göz yanılsamasıdır. Yanılsamaların ve gerçeklerin kesiştiği noktalarda tuhaf şeyler olur. Anlamlandıramadığımız şeyler… Mesela zararsız bir içecek olan çay bir zehir olur.
Çay Doğu kültüründe önemli bir içecektir ama her ülkenin kendine özgü çay demleme ve çayı sunma yöntemi vardır. Fransızlar, İngilizler, Çinliler ve Japonlar, Ruslar ve Moğollar ’da çay kültürü vardır ve çay içilmesi bir gelenektir. Türkler ’de ise çay, yaşamın neredeyse ayrılmaz bir parçasıdır. Çay, en özel konuklara sunulan sevilen bir içecektir. Özellikle de yabancılara. Ve bu durum belki de bütün ülkeler de geçerliliğini korumaktadır. Port’un ölümüyle kimliğini tamamen unutan ve bir kervana katılarak yaşamına devam edebilmeye çalışan Kit’e çay ikram edilir. Çölde kervanlar arasında kaybolmuştur, çayın tadı sadece: -Acıdır. Kit çaya, zehire bakar gibi bakmaktadır.
Filmin başka bir acı tadı da Hindistan’daki Sati geleneğini anımsatıyor olması. Medeniyetler arası uçurumun bir örneği de Sati geleneği. Sati geleneğine göre, kadınların ölen kocalarının ardından kendilerini yakması, öldürmesi zorunludur. Yaşama şansları yoktur. Newyork’lu Kit yaşar yaşamasına da bu bağlamda Hint bir ölüden farkı yoktur. Ortada küle dönen bir beden olmasa da ruhu küle dönmüştür. Kültürel birbirine karışma, iç içe geçme halidir izleyiciye bulantı veren. Oscar Wilde’in sözleriyle “her şeyin fiyatını bilen ama hiçbir şeyin değerini bilmeyen” izleyiciler için bu atlanmaması gereken bir gerçek.
Hayalet bir şehirde ihanet eden ve ihanete uğrayan, eşi ölen bir kadının zorunlu dönüşümüne tanık oluruz. Sarsıcı bir dönüşümdür bu. Konumlarımızı sorgulatır. Ne olduğumuzu. Nereden geldiğimizi ve hatta nereye gittiğimizi düşünmemizi ister. Bizi kimliklerimizden sıyırarak habitusa bakış açımızı derinleştirir. Yaşama pençeleriyle tutunan uçurumun kenarında sallanan bir kaplan uykusudur, mistik ve kederlidir film. İnsanı mest eder. Sarhoş eder ve öylece denize salar. Çölün yakıcılığı yerinde suyun serinliği vardır. Kırmızı sınır çizgilerinin yerinde hayali ufuk çizgisi.
Küle dönen bir ruhun yerinde rüzgâr
Hakimiyet altına alınamayan rüzgâr
S/onsuz rüzgâr
Egzotik rüzgâr
Yalar yutar boşluğu
Ve yalnızca bir kadın olarak
Kit, bana göre bir Ortaçağ şiiridir.
“O Fortuna
Ey Kader,
ay gibi
döneksin,
hep büyüyen
veya küçülen;
menfur hayat
önce zulmeder
ve sonra teselli eder
canının istediği gibi;
sefalet
ve kudreti
buz gibi eritir.
Kader — korkunç
ve boş,
sen çark-ı felek,
art niyetlisin,
refah boşunadır
ve daima hiçliğe dönüşür,
gölgeli
ve örtülü
bana da bulaştın;
şimdi hilekarlık ile,
çıplak sırtımı
kötülüğüne teslim ediyorum.
Kader, sağlıkta,
ve erdemde,
bana karşıdır,
sürülen
ve ezilen,
daima esarette.
Öyleyse şu saatte
gecikmeden
kopar titreyen telleri;
mademki Kader
güçlü adamı yere serer,
herkes ağlasın benimle!”
Mutsuzluk dediğimiz şey aşkla ölçülemeyecek kadar ontolojiktir ve belki de sırf bu yüzden Asaf’a göre “Yalnızlık paylaşılmaz.” Yapıt: Paul Bowles’un -Esirgeyen Gökyüzü- adlı kitabından uyarlamadır.
|