Olgun Özdemir'in 'Kızım Gibi Kokuyorsun' isimli filmi 10 Temmuz 2020'de vizyona çıktı. Bir Film tarafından altı sinemada gösterime sokulan film pandemi sürecinin ardından sinemalarda ilk kez gösterilen yerli film özelliğinde. On dokuz yıl aradan sonra Türkiye ilk kez bir gösterim haftasında yeni sinema filminin vizyona çıkmadığı 3 Temmuz 2020 haftasının ardından yazın tam ortasında, salgın sürecinin sürdüğü şu dönemde 'Kızım Gibi Kokuyorsun'un bu tercihini yönetmen Olgun Özdemir ile konuştuk.
Filminiz Temmuz 2020'de ilk vizyonu yapıyor. Bu tarihte sınırlı sayıda açık olacak sinema işletmelerinde vizyona çıkma kararını nasıl aldınız?
Çaresizlik! Sinema futbola çok benzer. Birisi perdesiz diğeri de statsız eksiktir, yarımdır. Futbolcular için de seyirci bir nevi yönetmendir. Bu doğrultuda fikstüre baktığımızda önümüzdeki süreçte statlar büyük takımlarla ya da büyük taraftarı olan filmlerle dolu olacak. Ben de maçtan kaçmış, ligi bitirmemiş gözükmemek için sahaya çıkıyorum. Latife bir yana, gerçekten önümüzü göremiyoruz ve belirsizlik hakim. Süreç, savaş dönemleri dışında sinemalar için belki de tarihteki en büyük yıkım oldu. Pandemi sürecinin ne olacağı, sinemanın önümüzdeki süreçlerde nasıl bir hal alacağını bilmiyoruz. Her şey normale dönüp açılsa da bu defa da yığılmalar olacak ve salonlar ister istemez gişe getirisi garanti filmleri koyacak ve bu defa hiç şansımız kalmayacak, film eskiyecek. Tırnak içinde, pandemi sürecinde kuşkusuz en büyük zararı sinemalar görecek. Yapımcı bir şekilde ürettiğini dijital platformlara pazarlar ve minimum zararla pandemiden çıkar. Ya Sinemalar? Yakın zamanlarda sevgili Şükrü Avşar’ın röportajını okumuştum; ”Sinemaları açalım açmasına da gösterecek yeni film yok” diyordu. Bekletilen filmlerin kısa zamanda ortaya çıkması lazım ki açılan sinema sayısı artsın. Yoksa, bir yıl sonra kapanan beş yüz sinema salonunun herhangi birinin önünden geçerken “ah ne anılarım vardı buradaki sinemada, sevdiğim kıza ilk burada açılmıştım, açık kalsaydı da çocuklarımızla da aynı perdede film izleyebiseydik, ‘21 Gram’ı ilk burada izlemiştim” demeyelim, üzülmeyelim, dövünmeyelim!
Yapımınızın nasıl bir gösterim politikası olacak?
Sanatın birçok alanında demokrasi değil monarşi vardır. Ressamı galeri seçer. Festival yönetmeni seçer.. Benim gibi filmler yapan birçok yönetmenin de en büyük yarasıdır bu. Ama malesef kırılması zor. Bizler filmlerimizi, diğerlerinden kalan sinemalarda gösterime sokabiliyoruz. Dolayısıyla bizim gösterim politikamız diğerlerinin politikalarına göre şekilleniyor. Bu da bizleri halı sahalarda normal saatlerde yer bulamayıp gece yarısından sonra maç yapan gariban çocuklarla benzeştiriyor.
Festival, televizyon ve internet gösterimleriyle ilgili gelecekteki planlamanızdan bahsedebilir misiniz?
Festivaller, sinema salonları ya da dijital platformların çalışma üslupları, hepsinde aynı prensiplere dayanıyor. Ya isminiz olacak ya da cisminiz! Türkiye’deki dijital platformlara baktığımızda aynı isimlerin işlerini görürüz. Aşina olduğumuz yapımcılar diğerlerine alan bırakmaz.
Festivallerde de aynı. Bazı gruplar, sohbetler ya da bazılarıyla omuz ilişkiniz yoksa festivallere gitme şansınız da zorlaşır. Bunun yüzlerce film ve yönetmen üzerinden örneğini sıralayabiliriz. Son yıllardaki film festivallerinin jürilerine ya da platformlardaki dizi yapımlarına bakın ne demek istediğimi anlarsınız. Bizim gibi yönetmenlerin giderek sıkışan bir süreçleri var. Siyasetle hiçbir alakası olmadan size net söyleyebilirim ki son yıllarda bağımsız ve en iyi filmlerin ana yapımcısı Sinema Genel Müdürlüğü’dür (Sinema Genel Müdürlüğü meslek birliklerinden seçici kurul oluşturur ve desteklenen projeler belirlenir. O meslek birliklerinin yönetim kurulunu da biz yapımcılar, yönetmenler, senaristler ve oyuncular seçer. Altını çizmek istediğim; seçici kurul üyesini destekleme kuruluna bizim gönderdiğimizdir). Son yıllarda TRT, ‘12punto’ yapım fonu ve TRT2’ye filmlerin alınması ve yayınlanmasıyla yapımcı-yönetmenlere desteklerini sürdürmeye çalışıyor. Bazı festivallerin de yarışmalı destekleri dışında bir başımıza bir avuç yönetmeniz. Mesela en son Netflix güzel bir hamle yapıp set çalışanlarına pandemi desteği verdi. İçinde yönetmenler yoktu. Asla bir beklentimiz yoktu ama dışarıdan bizim gibi bağımsız yönetmenlerin lüks bir hayat yaşadığı yanılsaması var sanırım. Oysa bizler bütün zamanımızı, bütün enerjimizi hikayelerimize adıyoruz ve bu filmlerimiz dışında da hiçbirimizin ne bir geliri ne de bir güvencesi var. Netflix’in Tv-Sinema sendikası ile yaptığını keşke bizim meslek birliklerimiz de yapabilseydi.
Bağımsız sinema yapan birkaç yönetmen dışında emin olun herkesin ciddi maddi problemleri var. Hele şu pandemi süreci iyice yıkıcı oldu. Hiçbir ödül kiranı ödemez, çocukların okul masrafını karşılamaz, evde yemeğe dönüşmez! Televizyon ödüllerinde adaylar iki ay önceden Milano’dan yeni gelmiş tasarımcısıyla prova yaparken ülkenin en büyük film festivalinin ödül törenine gidecek olan bir yönetmen giyecek kıyafet bulamaz. 2015 yılında ‘Vicdan Ağacı’ filmimle Altın Portakal’dayken ulusal yarışmada filmiyle yarışan yönetmen bir dostumun ödül törenine kendisine bir beden büyük ödünç takım elbiseyle gittiğine şahidim. Yazacağımız ortak kitapta ya da çekeceğimiz belgeselde hangimizin ne sıkıntılar yaşadığın da anlatabilirim ve kendisine bir beden büyük ödünç takım elbiseyle ödül törenine giden arkadaşımın adını da verebilirim. Hiçbirimiz gocunmayız. Zaten bu yüzden böyle filmler yapıyoruz. Bu duruma en büyük örnek Ahmet Uluçay’dır. Ne zorluklarla filmler çektiğini ve neler yaşadığını hepimiz bizzat kendisinden biliyoruz.
Dediğim gibi bir gün aynı kaderi paylaştığım yönetmen arkadaşlarımla tüm bu süreçleri, zorlukları, lobileri anlatan bir kitap ya da belgesel yapmayı planlıyoruz. Somut örnekleriyle. Üzücü olan bizler varımızı yoğumuzu ortaya koyup film yapmak isterken birilerinin sanki sinemayı biz yok edecekmişiz gibi bizlerle uğraşmaları. Dağıtım ağları, tekelleşen yapımlar, elden giden salonlar konuşulmazken kendi haliyle emeğiyle yapılan filmlere olan ultra negatif eleştiriler de cabası, akıl alır gibi değil!
Genel olarak Türkiye'deki sinema filmlerinin vizyon dinamiğinden ve bu alanın işleyişinden bahsedebilir misiniz? Yapılması gerekenler, filmlerin sinemalarda gösterim şekli ve önerilerinizi paylaşır mısınız?
Yukarıdaki sorularda cevaplamaya çalıştığım gibi. Monarşinin olduğu bir sektörde üretmek, bağımsız kalmak ve gösterim yapmak zor. Bir film yapıyorsanız, oyuncu seçiminizden hikayenize kadar gösterimi satışa göre kurmanız gerekiyor. ‘Torino Atı’ gibi filmlerin bir daha yapılması, o tarzda yönetmenlerin çıkması gittikçe zorlaşıyor. Daha doğrusu seyirci yetişmesi gerekiyor. Benim beş yıl sonra yapacağım bir filme şu an on dört yaşındaki çocuklar gelecek. Bu çocuklar ise sosyal medya fenomenleri, magazin figürleri ile büyüyor. Cannes, Venedik, Berlin, Locarno, San Sebastian, Toronto seçkilerini hiç görmeyen, izlemeyen bir seyirci kitlesi yetişiyor. Televizyonlar ve sosyal mecralar birçok sanat dalını malesef bitiriyor. Her şeyin 140 karaktere sığdırıldığı bir çağdayız. Sorun kuşakta değil yanlış anlaşılmak istemem, sorun “sadece bunları seyredebilirsiniz, sadece bunları dinleyebilirsiniz, sadece bunları okuyabilirsiniz“ diye dayatılan küresel sistemde. Malesef günün birinde kendisine bir beden büyük, ödünç takım elbise ile filminin ödülüne çıkan o 30-35 yaşındaki yönetmenleri çok arayacak yalnız ve güzel ülkemin sineması
Kızım Gibi Kokuyorsun filmi 10 Temmuz 2020’de yani bugün vizyona çıkıyor. Pandemi döneminde tekrar açılan sinemalarda gösterilecek olan ilk yerli yapım. Bu günlerde sinemaya gidin demek ne kadar doğru bilmiyorum ama illaki gidecekseniz lütfen maskenizi takarak ve sosyal mesafe kurallarına uyarak gidin ve izleyin.
Olgun Özdemir: https://tr.wikipedia.org/wiki/Olgun_%C3%96zdemir
Kızım Gibi Kokuyorsun: https://www.antraktsinema.com/vizyon_detay.php?id=4030
https://www.imdb.com/title/tt10086502/?ref_=nv_sr_srsg_0
» Kızım Gibi Kokuyorsun film sayfası |