Esaretin Bedeli, Yeşil Yol gibi pek çok kitabı senaryolaştırılıp beyaz perdeye aktarılan, Stephen King’in 1985 yılında yayınlanan Skeleton Crew adlı kitabından uyarlanan 2007 yılında film versiyonu vizyona giren The Mist’in, 2017 yılında dizi versiyonu da yapıldı. Diziyle alakalı birkaç şeye değineceğim fakat öncelikle; King edebiyat çevrelerinde derinlik açısından çokta saygı görmese de ticari anlamda tartışmasız en iyi yazarlardan biridir ve bana göre o kadar ironik bir şekilde derindir ki, film endüstrisine 1 Dolar karşılığında eserlerini vermesiyle de gündeme gelmiştir. Sinema tarihinde ticari sinema daima izleyici sorununu çözmüştür. Sektörün seyirci azlığı sorunu, Lucas, Spielberg ve Coppola gibi yönetmenlerin çektikleri filmlerle çözülmüştür. Ticari sinema olmasaydı sinema olamazdı. Bu, her ülke sineması için geçerlidir. Birileri bu sorunla baş eder çünkü etmek zorundadır ve ticari sinemanın içi boş ürünler ortaya koyulmasıyla eleştirilmesi de tam bu yüzden bence büyük bir medyatik yanılgıdır.
Hollywood evet dünyaya yön verir ve King onun yaramaz çocuğudur, o çok meşhur kitabı Medyum’dan uyarlanan Kubrick’in çektiği filmi yani Shining’i beğenmemiştir. Cinnet geçiren ana karakterin dönüşüm geçirme evresinin çok zayıf kaldığından dem vurmuş ve yine filmdeki kadın karakteri de duygudan yoksun bularak, sadece çığlıklar atıp etrafta koşturduğunu söyleyerek eleştirmiştir. Gelelim Sis’e. The Mist’in 2017’de vizyona giren dizi versiyonu bir topluluğu tutsak eden gizemli ölümcül sisi konu alır. Sis, insanların dış dünyayla bağlantısının kesilmesine neden olur. Toplu izolasyon. Mahsur kalınan mekanlar kilise, hastane ve alışveriş merkezidir. Alışveriş merkezi apolitik tüketicinin simgesi konumundadır. Üretilen her şeyi tüketip yağmalayan yok eden insanlık...Bu nedenle alışveriş merkezinde mahsur kalanlar kaos çıkmasın düzen sağlansın diye birtakım kurallar geliştirip bu kurallara uymak zorunda kalırlar. Bu kurallar arasında; çalmamak, birlik olmak, yiyeceği bölüşmek ve içeridekilere yani izolasyondakilere riske atacak faaliyette bulunanları sise atmakla cezalandırmaktır. Kilise, doğaya karşı gelip doğanın kurallarını hiçe sayan insanlığın sığınak alanı olarak kodlanır. Bunu karakter üzerinden yoğun ve etkili şekilde verir. Sisin neden meydana çıktığıyla ilgili dizide şöyle bir replik geçer:
“-Bence tanrı bizden, ona inanmamızı istiyor.
-O zaman neden iyi bir şey göndermedi?”
Tanrı belki sisi, doğaya karşı gelip okuralları hiçe sayanları cezalandırmak için göndermiştir ya da belki de Tanrı zaten doğanın kendisidir. Doğada hiçbir canlı keyfi için öldürmez, insan dışında. Masum olmayanlar siste kaldıklarında en çok korktukları şeyle öldürülür. Örneğin böceklerden korkan adamın sise çıktığında böcek saldırısından öldüğünü görürüz. Ya da kelebek dövmeli adamın kelebekler tarafından yendiğini, karanlık korkusu olan çocuğun karanlık tarafından yutulduğunu... Kısaca sis bir illüzyondur. Daha da ileri gidecek olursak bir Tanrı illüzyonu... İnsanı asıl öldüren şey, sis perdesi arkasındaki korku ve zaaflardır.Hastaneyi insanların hayatlarının kurtarıldığı yer olmaktan çıkartıp, bağırıp can çekişenlerin yeri olarak algılanmasına neden olan şey yine yaratılan bu korku imparatorluğunun kendisidir. Tanrı’dan korkulması gerekliliği gibi...
Siste kalanlar belki de sadece umutların köpükten bir gül gibi solduğu Tanrı’nın yaramaz çocuklarıdır.
I love you Stephen K.
|