“Gece bizimdi ve bazı sabahların tümü. Öğleden sonra da vardı, sihirli bir şekilde geceye dönüşen... Hep geri gelirdin, üç gün öncesine kadar.”
Tilda Swinton’u otuz dakika boyunca hayran hayran izledim, hiçbir jestini, mimiğini kaçırmak istemedim, kendisine bayılırım. Nasıl bir oyunculuksa üst derecesi yok. Tabii Almodovar’ın bu filmi bir oyuncu ve onun sesinden ibaret kılması nasıl bu kadar etkili bir filmin ortaya çıktığını düşündürüyor. Performans sanatıyla sinema arasında bir yerde duruyor film. Retro kırmızı tonlar, taş rengi fon, müzikle birlikte insan yüzünün dramatikliği ve tabii üstü açık bir dekor planı kullanmasıyla Dogville’e de gönderme yapıyor. Kıyafet ve renk hareketin ruhu olarak kullanılmış, örneğin çok sevilen birini kaybettikten sonra insanın yaşadığı acı çaresizlik hissini mavi takım elbisesi içinde balta satın alırken görüyoruz. Mavi takımı değiştirip kırmızı takımı giydiğindeyse tutkularının yükselişini, onu bekleyişini; ancak gelmeyeceğini anlaması Godot’u Beklerken kadar uzun sürmüyor ve baltayı kaptığı gibi adamın çok sevdiği takım elbisesini baltayla parçalıyor.
Porselen takımı fırlatıp kırıyor ki bence köpeğin porselen kırıklarını koklayıp üzerine uzanması en güzel sahneydi. Malum Paramparça Aşklar ve Köpekler...
İlaçla kendini zehirlemeye çalışıp, arayan o’dur diye telefona yetişmeye çalışması, arayanın özel numara olarak telefonda görünmemesi esprisi de çok iyiydi. İlk aramasına yetişemese de ikinciye yetişir ve o efsane monolog başlar. Sensiz harika gidiyor hayatım...
Eski sevgilide kalan eşyalar kimin gerçekten terk ettiğini belirler. Neden? Çünkü eşyalar gerçek sahibini seçemez onları bir şekilde tarafların birbirine ulaştırması gerekir aradaki kırıcı mesafeye iki taraf içinde katlanmak çok zordur ve adam eşyalarını almaya gelmesi için başkasını yollayacağını söylediğinde işler son kez kontrolden çıkar.
“Hayır, hiç iyi değilim!..”
Son üç günde kontrolümü bir kereden fazla kaybettim. Gelmedin. Aramadın. Bir baltayla yatağa saldırdım. Aradığında kendimde değildim tam on üç hap saydım.”
Muazzam cümleler... Tilda’nın gerçekten çılgınlık ve melankoli karışımı solgun yüzü telefonun suratına kapanmasıyla bir kez daha ve son kez kıyafet değiştirir. Surata telefon kapatmak iki kişi arasında yaşanacak “son” eylemdir. Deri montunu giyer, benzin bidonuyla zaten gerçek olmayan o dekoru ve dekorla birlikte geçmişte yaşanan her şeyi yakar.
Yangın vedadır.
Yas... En iyi, köpeklerle birlikte tutulur.
Filmden sonra o meşhur Oscar Wilde şiiri yankılandı zihnimde...
Oysa
Herkes öldürür sevdiğini
Kulak verin bu dediklerime,
Kimi bir bakışıyla yapar bunu
Kimi dalkavukça sözler ile
Korkaklar öpücük ile öldürür
Yürekliler kılıç darbeleriyle
Kimi gençken öldürür sevdiğini
Kimi yaşlıyken
Şehvetli ellerle boğar kimi
Kimi altından ellerle
Merhametli kişi bıçak kullanır
Çünkü bıçakla ölen çabuk soğur
Kimi yeterince sevmez
Kimi fazla sever
Kimi satar, kimi de satın alır
Kimi gözyaşı döker öldürürken
Kimi kılı kıpırdamadan
Çünkü herkes öldürür sevdiğini
Ama herkes öldürdü diye ölmez.
|