2021 yılında Cannes Premier bölümünde gösterime giren ve Rotterdam, Viyana, Brüksel, Hamburg ve Busan gibi birçok önemli film festivalinde boy gösteren Serre moi fort (Hold Me Tight), The Diving Bell and the Butterfly’in başrol oyuncusu olarak tanıdığımız Mathieu Amalric’in 5. uzun metrajı. 2017 yılında Barbara ile Cannes Film Festival’inde Belirli Bir Bakış başta olmak üzere 7 ödül alan yönetmen, Claudine Galera’in oyunu ‘I’m Coming Back from Afar’dan uyarladığı yeni filmi Serre moi fort ile yine oldukça iddialı görünüyor.
Filme Clarisse’in yatağın üzerine sıraladığı Polaroid çiftlerini eşleştirmeye çabaladığı giriş sahnesi ile başlarız. Fotoğraflarla tetiklenen belleği onu huzursuz ederken, film seyirciye hafıza ve anılarla ilgili (gibi görünen) sorunun ilk ipuçlarını vermiş olur.
Clarisse erkenden uyanır, evi toparlar, birkaç eşyasını alır ve kocası ile iki çocuğunu uyurken bırakarak evi terk eder; olanların farkında gibi görünen tek kişi ise kızı Lucie’dir. Arabasına atlayan Clarisse kendi özgürlüğüne doğru hızla sürmektedir, görünen o ki ardına bakmadan çıktığı bu yolculuğun rotası da pek belli değildir. Buraya kadar seyircinin beklentisi “feminist bir özgürlük arayışı filmi” olabilir, ancak aslında olay tam olarak bu mudur? Üstelik evde hayatlarına onun yokluğunda devam etmeye çabalayan eşi ve iki çocuğunu da bırakmış değil; hikaye sürekli zamanda yolculuk ederken yeni hayatına alışıyor gibi görünen Clarisse eşinin kulağına sevgi sözcükleri ve iyi ebeveynlik tavsiyeleri fısıldamayı ihmal etmez; piyanist kızı Lucie’ye çaldığı her parçasında (l-cut yöntemiyle sahneler arası geçiş yaparak) eşlik eder. Peki durum böyleyken bu denli alakadar ve sevgi bir dolu kadını birdenbire ailesini terk etmeye zorlayan sebep ne olabilir?
“Gerçekte ne olduğu” sorusu filmin sonuna kadar sorgulanacak ancak yanıtını bulamayacaktır. “Bırakıp giden ben değilim.” Clarisse aklımızda oluşan sorulara bu cümleden başka bir cevap vermez. Aynı zamanda film boyunca seyirciyle mesafesini koruyarak özdeşleşme ihtimalini baştan yok eder; ancak ne Clarisse bir anti-kahraman, ne de olay tek boyutlu değildir. Onu sık sık sınır krizi geçirirken göreceğiz; barda sarhoş olup dağıtır, pazarda yüzünü buz dolu bir tezgaha kapatarak oraya yığılır. Fiziksel tavırlarıyla temsil edilen bu yaralı karakter anlatıya başka bir boyut ekleyerek seyirciyi görünenden fazlası olduğuna ikna eder (Burada Vicky Krieps’in oyunculuğunun büyük payı olduğunun altını çizmek gerekir). Bu bağlamda bu sahnenin filmin metonimisi olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Yine de postmodern anlatısında yabancılaştırıcı bir edim olarak hikayede sürekli ileri geri sıçramalar yapan film anlatı ivmesinden uzaklaşır; Deluze’a meydan okurcasına zamansız bir uzamda seyreder ve filmde tekinsiz ya da metafizik bir dünya inşa eder.
Bu noktadan itibaren aktif konuma geçen seyirci ise doğrusal olmayan bu hikayede geçmiş ve gelecek hakkındaki ipuçlarını birleştirmek için daha fazla çaba sarfetmesi gerektiğinin farkına varır; burada önüne paket halinde sunulan hikayeyi bir pasta gibi tüketmeye hazırlanan anaakım seyircisi filmi fazla “kopuk” bulmuş olabilir, ancak sinefillerin gitgide artan gerilim ve gizem dozu ile bu bilinç akışı içerisinde dikkatini filme daha çok odaklaması artık kaçınılmazdır.
Henüz aydınlığa kavuşmamış olayın gitgide su yüzüne çıkan travmatik doğası seyirciyi duygu yoğunluğuna boğmayı reddeder, aksine seyircinin elinde şimdi daha çok zihnini kullanarak çözmesi gereken bir bulmaca vardır. Bu süreç her ne kadar zorlama bir entellektüel çaba gibi görünse de seyirciye Clarisse’e yolculuğunda eşlik ettikçe onun karakterini keşfederek dozunda bir duygulanma yaşatmış olur; aslında kırılgan ve narin Clarisse hayalleri ve pişmanlıkları, başarı ve başarısızlıkları ile özgün bir şekilde seyirciyi kendi yörüngesinde tutmayı başarır.
Spoiler
3. bölüme gelindiğinde önceki iki bölüm boyunca parçalar halinde aktarılan hikaye ağır ağır çözülür. Clarisse için artık kaçış imkanı kalmaz, rehabilite sürecinde kaç veya savaş evresini tamamlamıştır. Artık yüzleşme vakti; Carisse hayatına devam edebilmek için kaybettiği ailesine veda etmek zorundadır. Bu süreçte yıkıcı bir katarsis sahnesi ile vedasını tamamlar ve hikayesinin zamansal ve uzamsal olarak “gerçek” boyutuna geçiş yapar. Duygusal gelgitleri film boyunca çoktan tecrübe etmiş olan seyirci ise filme Clarisse’in muhtemelen hayatta kalma içgüdüsünün eşlik ettiği buruk gülümsemesi ile veda eder.
Spoiler sonu
Serre Moi Fort kayıpla başa çıkabilme temalı birçok filmle yakın görülebilir (akla ilk olarak bir şişe hap içen Julie’si ile Mavi gelmiyor mu?). Ancak gizemi on planda tuttuğu kapalı anlatısı ve özgün formu ile dram türüne başka bir boyut kattığı söylenebilir. Başarılı oyunculuk, ustaca çerçevelenmiş kompozisyonlar ve bilmecenin dozunu kaçırmayan bir montaj becerisi sayesinde Serre Moi Fort, sinematik bir enigma olarak seyircisini tatmin edeceğe benziyor.
Nerede İzledim: Films by The Sea IFF, Vlissingen, Hollanda
|