Bu sayfada yeralan verilerin tamamı özgün içeriktir. Antrakt Sinema’dan izin almadan tamamı ya da parçası kopyalanamaz, kullanılamaz.

 

Sansürün tarihçesi

Sema Fener Yazıları

 “Sansür” genel olarak bilginin, konuşmanın, ifadenin ve hatta düşüncenin kaldırılması veya engellenmesi olarak ifade edilebilir. “Otosansür” ise kişilerin başına gelebileceklerden korktukları için kendilerine uyguladıkları sansürdür. Ortak payda, özgür seslerin susturulmasıdır.

"Sansürcü" teriminin kökeni, MÖ 443 yıllarında antik Roma'da oluşturulan sansür ofisine kadar uzanır. Tıpkı eski Yunan topluluklarında olduğu gibi, Roma'nın yönetim anlayışı da halkını devletin kutsallığı ve eleştirilemez oluşu yönünde şekillendirmeye dayanıyordu ve bu nedenle onurlu bir görev olarak görülüyordu. Oyun yazarı Euripides (MÖ 484-406 dolaylarında), özgür doğmuş erkeklerin özgürce konuşma özgürlüğü olduğunu savunurken, bunu yapmanın bireysel bir seçim meselesi olduğunu da kabul ediyordu.

Çin'de, ilk sansür yasası 1.700 yıl önce yapıldı ve bugün hala Çin toplumunun temel bir özelliğidir. Çin hükümetleri ideolojileri ne olursa olsun bu konuda çok istikrarlılar. Son örneğini 2018 yılında Çinli kadın yönetmen Chloé Zhao’nun yönettiği ‘Nomadland’ filminde gördük. Film Uluslararası festivallerde kazandığı ödüllerin yanı sıra 93. OSCAR ödüllerinde en iyi yönetmen ödülünü de kazandı. Pekin doğumlu Zhao’nun başarısı, uluslararası basında geniş yankı uyandırırken, Çin devletinin resmi yayın organları CCTV ve Xinhua bu başarıyı görmezden geldi. Ülkenin sosyal medya platformlarından Veybo’da, 14 milyondan fazla takipçisi olan film dergisi “Watch Movies” tarafından Zhao’nun yönetmenlik başarısını duyuran bir bildirim paylaşılmasından birkaç saat sonra silindi. Ayrıca “Chloé Zhao, en iyi yönetmeni kazandı” etiket çalışması da sansüre maruz kaldı.

İfade özgürlüğü hem putperest yöneticiler hem de Hıristiyan Ortodoks mezhebi koruyucuları tarafından tehlike olarak görüldü. Hristiyan doktrinine yönelik sapkın tehditleri önlemek için Kilise, MS 325'te toplanan 1. İznik Konsülünde ilan edilen “İznik İnancı” gibi önlemler aldı.

15. yüzyılın ortalarında Gutenberg tarafından matbaanın keşfi daha fazla sayıda kitap basılmasını sağladı ve bu da daha fazla sansür ihtiyacı doğurdu. Matbaa bilgiyi yaymak için hayati önem taşırken, düzenli bir posta servisinin kurulması da iletişimde çok önemli bir ilerlemeydi. Fransa'daki ilk posta servisi 18. yüzyılın sonlarında kuruldu ve kısa sürede hem kişisel hem de uluslararası iletişimin vazgeçilmez sistemi haline geldi. Bu nedenle, özellikle savaş zamanında, sansürün bir aracı olarak çok önemli bir rol oynamaya başladı. İngiliz İmparatorluğu, 20. yüzyılın ilk yarısında postayı etkili bir şekilde sansürledi.

Gazetelerin hızlı büyümesi, Avrupa'nın okuryazar halkları için son derece önemli bir yenilikti. Ancak savaş veya diğer krizler sırasında, bilgiye sınırsız erişimin topluma ve kamu ahlakına zarar vereceği yönündeki devlet endişesini de arttırdı.

İsveç, sansürü kaldıran ve 1766'da basın özgürlüğünü güvence altına alan bir yasayı geçiren ilk ülke oldu. Diğer İskandinav ülkeleri de kısa sürede onu takip etti.

1787'de Amerikan Anayasası'nın “Birinci Değişikliği” basın özgürlüğünü güvence altına aldı ve Batı dünyasında kapsamlı ifade özgürlüğünün kökü olarak kabul edildi. Ama bu da kitapların sansürlenmesini engelleyemedi. En bilinen örneği, Mark Twain'in klasik eseri Huckleberry Finn'in Maceraları'dır. İlk kez 1885'te yasaklandı. Bugün bile, bazı güney eyaletlerinde siyahi bir kölenin hikayesini anlatması nedeniyle lise ve üniversite müfredatından çıkarılmıştır.

Rusya’nın da imparatorluk dönemi ve Ekim 1917 devrimi ile başlayan ve günümüze kadar süren, uzun ve katı bir sansür kültürü vardır.

1933'te Almanya'da 25.000'den fazla kitap yakıldı. Ray Bradbury’nin ünlü romanı Fahrenheit 451, bunun sembolü haline gelmiştir. Üçüncü Reich'in her şeye kadir lideri Hitler, Alman işgali altındaki tüm uluslarda Nazi rejiminin ağır sansür ve baskıcı propaganda makinesini uyguladı. Bütün bu ülkelerde, ulusal gazeteler, yayınevleri ve radyo istasyonları hemen ele geçirildi veya kapatıldı, radyolara el konuldu. Alman şair ve edebiyat eleştirmeni Heinrich Heine'nin dediği gibi: "Kitapların yakıldığı yerde, sonunda insanlar da yanacaktır."

Posta, telgraflar, broşürler ve kitaplar, haberler ve gazeteler, oyunlar, fotoğraflar, filmler ve konuşmaların hepsi Birinci Dünya Savaşı sırasında sansüre veya kısıtlamalara maruz kaldı. İngiliz mantığıyla modellenen sansür, askeri birliklerin hareketleri gibi bilgilerin düşman eline geçmesini önlemek için tasarlandı. Ancak hızla, iktidardakilerin potansiyel olarak çalkantılı bir dönemde kontrollerini güçlendirmelerinin bir yolu haline geldi.

Örneğin; 1918 İspanyol gribi salgını, Türkiye dahil dünya çapında tahmini 500 milyon kişiyi etkiledi ve toplamda 20 milyon ila 50 milyon arası insanı öldürdü. Bugün salgının Fransa'nın Étaples kentindeki bir İngiliz üssünde veya ilk Amerikan vakalarının Mart 1918'de kaydedildiği Kansas'taki Fort Riley'de başlamış olduğu biliniyor.

Salgına “İspanyol Gribi” denmesinin sebebi ise 1. Dünya Savaşı'nda yer alan ülkelerin, savaşın son bulmaya yaklaştığı bu zamanlarda halklarının savaş gerçeklerini öğrenmemesi için başta gazeteler olmak üzere haber kaynaklarına uyguladıkları sansürdü. İspanya ise, savaşa girmediği için ölüm sayısını açıklayan ilk ülke oldu ve gazeteleri “İspanyol Gribi” kaynaklı haberleri sürekli yayınlıyordu.

En düşük tahminler bile doğru olsa, İspanyol gribi aynı dönemde devam eden Birinci Dünya Savaşı’ndan daha çok can almış oldu ve bugün eğer Avrupa ülkelerinde gazetelere uygulanan sansür olmasa ve halk bilgilendirerek tedbir alınsaydı ölü sayısının çok daha az olacağı düşünülüyor.

19. yüzyıl ve sonrasında Osmanlı’da basın henüz yeni gelişmeye başlıyordu. 1831 yılında, her ne kadar devlet eliyle olsa da gazeteler yayınlanmaya başladı. Ardından, 1857 yılında, “Matbuat Nizamnâmesi” ile sansürün başlangıcı oluşturulmuştur. Bu kanun izinsiz matbaa açanlara, saray hakkında saray tarafından yanıltıcı olduğu düşünülen yayınlar yapanlara hapis ve para cezası getiren hükümlerle yürürlüğe girmiştir.

1861 yılında bu kanun ilk kez uygulandı ve ilk özel gazete olan “Tercüman-ı Ahval” sansüre uğradı. Padişahı ve saray kararlarını eleştiren bir yazı yüzünden iki hafta yayını durdurma kararı alındı. Bu olaydan bir sene sonra yayına başlayan “Tasvir-i Efkâr” ise parlamenter sistemi savunup padişaha övgü zorunluluğunu yerine getirmediği için yoğun bir baskıya uğradı.

İkinci Meşrutiyet ilanı ile basın üzerinde baskı kuran kanunlar ortadan kalkmış olsa da,“İttihat ve Terakki” iktidarında Osmanlı dönemindeki ilk gazeteci suikastları gerçekleşmiştir. Hasan Fehmi bey (Türkiye’nin ilk basın şehidi olarak kabul edilir), Ahmet Samim bey ve Zeki bey “İttihat ve Terakki” karşıtı yazıları ile bilinen gazetecilerdi ve bu gazeteciler de öldürülmüştür. “Bab-ı Ali Baskını” ndan sonra ise gazetede politik yazı yazmak tamamen yasaklanmıştır.

Atatürk döneminde “Şeyh Said İsyanı” ndan sonra uygulanmaya başlayan “Takrir-i Sükûn Kanunu”, Bakanlar Kurulunu karar alma konumuna getirmiş, meclis ise aradan çıkmıştı. Bu süreçte vatana ihanet suçu işleyen gazeteciler “İstiklal Mahkemeleri”nde yargılanmışlardır.

Demokrat Parti’nin ilk yıllarında ise basın hayli özgürdü. Fakat 1954 yılından itibaren çeşitli şekillerde hükümet eleştirileri arttıkça baskı yeniden başladı. Çok sayıda gazeteci tutuklandı veya polis tarafından izlendi ve sonunda aynı Osmanlı’daki karanlık çağ gibi gazeteler politika, ekonomi ve siyaseti bırakıp spor, magazin gibi konulara girmeye başladılar.

27 Mayıs darbesinin ardından basın kanunu kaldırılmış, “Basın İlan Kurumu” ile resmî ilan dağıtımı da askeri komite tarafından düzen altına alınmıştı. Ünlü yazar Aziz Nesin ve yazı işleri müdürü İhsan Ada bu dönemde tutuklanmıştır.

12 Mart Muhtırası sonucu ise on yıllık basın özgürlüğü sona ermiş, gazeteciler tutuklanmaya, gazeteler de kapanmaya zorlanmıştır. Bu süreçte yine basın politikadan uzaklaşmıştır. 1979 da işlenen gazeteci Abdi İpekçi cinayeti de Türkiye’yi derinden sarsmış ve 12 Eylül Darbesini hazırlayan sebeplerden biri olmuştur. 12 Eylül Darbesi sonrası ise basın açısından çok karanlık dönemlere girilmiştir. Anavatan Partisi darbe sonrası ilk demokratik seçimi kazanmasına karşın basın baskısına devam etmiş, kâğıt zamları ve “Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kanunu” ile gazete ve yayınlar yine baskı altına girmiştir. Yine bu dönemde Turan Dursun, Uğur Mumcu gibi birçok araştırmacı, gazeteci ve yazarlar faili meçhul cinayetlere kurban gitmişlerdir.

Devam edecek... Sonraki bölümün başlığı: Görsel Medyada Sansür
Kaynakça; Vikipedya, Wikipedia, “Sinemanın Özü Kısa Film”, Sema Fener 

Ana Sayfa | Film Arşivi | Gelecek Program | Haberler | Gişe Raporu | Köşe Yazıları

Mesafeli Satış Sözleşmesi | Teslimat ve İade Şartları | Gizlilik Politikası

© Antrakt Sinema Gazetesi | Tüm Hakları Saklıdır