Öncelikle Noé'nin New French Extremity'nin godfatheri Godard'la birleştiği birkaç avangart yaklaşımı buraya özetleyim:
-Konvansiyona tecavüz, seyirci beklentilerini tersyüz etme
-Teknik özelliklerle yaratıcı bir biçimde oynama ve bu suretle NFE’nin gerektirdiği vurucu atmosferi yaratma
-Sanat sanat içindir vurgusu, sadece sinematografik tekniklere odaklanmak suretiyle belli bir kesim seyirciyi kapsama
-Sinemanın ne'ligini (hala günümüzde bile) sorgulama
-Filme manifestoyla başlama
-3-5 sayfa senaryo ve doğaçlama diyaloglar
vs vs...
Filme gelecek olursak:
Aslında başında verdiği manifestoda filmin iskelet analizi zaten mevcut:
"geriye dönüş yoktur; zaman her şeyi mahveder.
çünkü bazı şeyler onarılamaz...
çünkü insan bir hayvandır...
çünkü intikam isteği, doğal bir dürtüdür...
çünkü çoğu suç cezalandırılmaz...
çünkü sevilen birini kaybetmek, insanı yıldırım çarpmış gibi mahveder...
çünkü aşk, yaşamın pınarıdır…"
Teknikle başlayalım. En başta tersine kronolojik kurgusu filmin daha adında verilen geri dönülemezliği, zaman ve olay üzerindeki hükümsüzlüğümüzü ve zamanın parça parça yok ediciliğini, aynı zamanda seyircinin sebep-sonuca değil an'a odaklanması gerektiğini amaçlamış, şapka çıkartılası yetenek.
28 hertz'lik distortion ile non-diegetic müzik ve sinemadaki kullanımı dersi veriyor, başka hiçbir müzik eseri ile değiştiremeyeceğin etkiyi hissettirerek.
Işık/renk zaten başka türlü olamazdı; cehennem sadece kırmızıdır. Rektum'da da alt geçitte de verdiği hissiyat bu.
Kamera hareketleri Enter the Void'deki uyuşturucu efekti ile aynı amaçta, karakter cehennemin dibinde, çaresiz bitik hali tasvir bile edilemez, seyircinin de onun hissettiklerini yaşaması ancak böyle kamera hareketleri ile olabilirdi. Özetle filmdeki görsel-işitsel unsurlar tam da plot kadar extrem. Bu NFE tekniği dikkatli seyirciyi baş karakterle özdeşleştirmese de (ki olabilir) olaya birebir dahil ederken dikkatsiz/isteksiz seyirciyi ise direkt olarak yabancılaştıran bir unsur.
Filmi tüm bu teknik becerilerin maksimize olduğu sinemada izlemeyi dilerdim...
Aynı zamanda Freudyen çünkü ID (Tenia)- ego (Alex)- süperego (Pierre) -ve bence Marcus hem ID hem ego arasında gidip geliyor. Konu da egonun iç ve dış dünyayla savunma mekanizması üzerinden kurduğu ilişki diye özetlenebilir. İnsanın modernizmle törpülenmemiş (doğal olarak ID) halinin performansının Marina Abramoviç'in Rythm Zero'sunda da gerçek haliyle sınırlılığı ve sınırsızlığı kanıtlanıyor zaten. Bir kez daha, sanat hayattaki hiçbir şeyden soyutlanmamalı. Neyse filme dönersek bu ID vurgusunun A Space Oddysey ile referansı lezizdi.
Rectum ve altgeçit cehennem ya da bilinçaltı olarak okunabilir, ikisinin de karşılığı var (bence daha çok cehennem ama).
Kadının hamile olması gereksiz bir drama unsuru olmuş, tabii o bebek yatağın başındaki posterdeki Space Odyssey bebeğine dönüşmeyecekse…
Filmin tam metin yazılı bir senaryodan bağımsız olması ve doğaçlama diyaloglar (özellikle metro sahneleri) ile kendini sanki Nouvelle Vague'dan bir filmin içinde hissediyorsun.
Filmin ahlâkçı okunması Noé'yi ve mesajını tamamiyle kaybetmek demek; çünkü filmin konusu ve odağıyla alakası yok; Noé bir realiteyi tüm çarpıcılığıyla işliyor çünkü. Ahlâkçı okuma belki sadece hukuk sistemini eleştirdiği, Marcus'u ikna eden pimp'lerin cümlelerinden olabilir. Kadın bedeni üzerinden ise varoluşsal ve hatta feminist yaklaşmış diye düşünüyorum; hem iyi erkek Marcus'un yatakta sevgi ile söyledikleri hem de Tenia'nın hakaret şeklinde yansıttıklarıyla kadın bedenini erkeğin sahiplenmesi ve güç gösterisi üzerinden metalaştırma mesajı kör göze parmak gibi adeta. Kurtardığı trans-bireyin arkasına bile bakmadan uzaklaşması da.
Seyirci beklentilerini yıkmak demişken, bunu birkaç yerde yapıyor; alt geçitte olan biteni gören adamın yardım göndermemesi, umursuzluğu. (yoksa bu biz seyirciye yaptığı bir eleştiri mi?) Tenya'nin değil yanındaki adamın ölmesi hem seyirci beklentisinin tersine hem de amacın / hedefin öldürme eyleminin kendisinden ziyade Marcus'un içinde bulunduğu çaresizliğin en salt hali ile dışavurumu diye okuyabiliriz. Zaten öldürmesi gereken kişi (Marcus) yerde yatarken işi arkadaşı bitiriyor, tam bir x ve y eşleşmesi de değil.
Filmdeki tecavüz ve şiddet sahneleri de olduğu gibi gösterilmek zorunda. hayattan soyutlanmayan ne varsa sanattan da sinemadan da soyutlanmamalı, bu ikiyüzlülük olur. zira filmden çıkarken cebimize şiddet sahnelerini koyup çıkabiliriz, ya da çok sevdiği birinin başına gelen Marcus'un acısını, çaresizliğini, kaçınılmaz bitik ruh halini, hüznünü de. Biraz da kendimizin kabul ve reddettiklerimiz üzerinden yansıması diye düşünüyorum.
En son sahnede Alex'in çimlerde huzur içinde yatması da bu beklenti konusuyla ilgili olabilir. Ya da zamanın her şeyi öldürdüğü / yok ettiği vurgusu. Şiddet gibi huzurun da hayatın bir parçası olduğu gerçeği üzerinden realiteye yine yaklaşma. Veyahut konvansiyonla düpedüz dalga geçme, o kadar hardcore sahnelerden sonra yangının üzerine bir bardak su dökme.
Bence Irreversible Gaspar Noé'nin bir başka dance macabre'si. İnsan olmanın simgesel, imgesel ya da gerçek anlamda kolonoskopisi adeta. Vücudun en hayatı organlarından birinden bok ürettiği için igrenebilir miyiz, ya da onu vücuttan çıkartabilir miyiz? Aynı sebepten NFE, gore ve Irreverisble'i da, insanı da sinemadan soyutlama, hariç tutma lüksümüz yok kesinlikle.
Son olarak New Extremity'nin başka bir ülkeden çıkmaması hiç ama hiç şaşırtıcı değil, zira Fransızlar intikamı da şiddeti de sıcak seviyor çünkü.
https://kinoavantgarde.com/irreversible-2002/
|