“Sinefillik, konaklamaya 2 aylık asgari ücret karşılığı euro ödeyip, filme bedava giriyor olmaya sevinmektir.”
Fransız Rivierası’ndan selamlar!
Cannes Film Festivali’ne katılan bir sinema meraklısı olarak deneyimlerimi ve duygularımı paylaşmak için kaleme aldığım bir günlük olan Cannes Günlükleri yazı serisi, festival ilerledikçe film analizleri ve Cannes hakkında detaylı bilgileri de içerecek şekilde kapsamını genişletecek.
Gün-4
Cannes’in biletleri film gösteriminin 4 gün öncesinde rezervasyona açılıyor. Badge derecesine göre ilgili kategorilere rezervasyon açılıyor – ya da açılmıyor. Kategorilere daha sonra değiniriz, şimdilik Cannes Film Festivali’nin yalnızca sinema sektörü profesyonellerine yönelik bir etkinlik olduğunu hatırlayalım; bir örnek olarak – Grand Theater Lumiere’deki prömiyer / yarışma filmlerinin sadece sektör profesyonellerine ayrıldığını, ve cinephile gibi aslında sektör dışı bir badge ile girişin sadece “davetiye dilenme” yoluyla yapılabildiğini ileteyim (buna da daha sonra değiniriz). Umudu henüz yitirmedik!..
İlk gün sadece açılış töreni ve Quentin Dupieux’un “Le Deuxième Acte” (İkinci Perde) filmi var. Cannes Classics’de ise Abel Gance’in 4 saate yakın süren propagandası “Napoléon Vu Par Abel Gance”’i izlemeye hiç niyetim yok. Günün güzel haberi ise “Trainspotting”, 4k restore edilmiş versiyonuyla Cinema d’Plage’da! Muhtemelen açılış töreninin ardından, ya da törene gidemesem de, plajda olmayı iple çekiyorum…
Biletler rezervasyona açıldığı saat 09:00’u dakikalar geçe tükeniyor. Açılış seremonisine zaten bilet alamayacağımdan, diğer günlere odaklanıyorum.
Gün-3
Festivalin ikinci gününe de hiçbir seansa bilet alamamanın verdiği hayal kırıklığını yaşıyorum. Akşam programa tekrar çalışıp, ilerleyen günler için taktik yürütüyorum.
Sırası gelmişken, programa çalışmak konusu Cannes’da bambaşka bir boyutta. 21 yıldır irili ufaklı birçok festivale katıldım. Berlinale 2023 haricinde, diğer tüm festivallerde planladığım her seansa bir şekilde bilet bulabildim (Berlinale’nin de badge konsepti olmasa da Cannes gibi bir bilet satış sistemi var, her sabah 10:00’da iki gün sonrasının biletleri için dakikalar süren bir savaşa giriyorsunuz). Tabii Cannes’da işlerin diğer hiçbir festivaldeki kadar kolay ilerlemeyeceğini biliyorsunuz, ancak programdan bilete giden bir yolculuk yerine, bilet bulabildiğiniz filme göre program hazırlıyorsunuz; yani benim sonraki her gün için 5 varyasyonlu bir program hazırlayıp bilet alabildiklerime göre şekillendirmek durumunda kaldım, buna da seviniyorum????
Ve biletler ücretsiz – bir sinefil olarak ilk defa ücret ödemeden, hak edilmiş bir badge ile filmlere girecek olmanın gururunu yaşıyorum. (Tabii canım her şey bedava (!) – her şeyi geçtim konaklamaya 2 (Hollanda) asgari ücreti ödeyip, bedava filme giriyor olmama sevinmeme ne demeli… Sinefilin alt tanımlarından biri de bu olsa gerek).
Sürpriz, tembellik yapmayı planladığım bir Cumartesi günü, dress code’un sadece siyah ve gece mavisi elbiseleri kapsayacağını bir akşam öncesinde öğrenmiş bulunuyor, ve Hollanda’nın o saatte açık tek mağazasına telaşla gidiyorum. Neyse ki kısa sürede bir şeyler bulabildim. Valiz hazırlama, ve kapanış.
Gün -2
Taktiğim işe yarıyor ve tam 5 filme bilet alabiliyorum! Bunun mutluluğuyla uçağa atladım.
Havaalanındaki Cannes kioskuyla birlikte ilk adımda moda girmeye başlıyorum…
Cannes otobüsüyle ulaştığım airbnb’me valizleri attığım gibi etkinlik alanına gidiyorum. Badge’imi almam lazım, ama akreditasyon ofisine ulaşamadan Palais de Cannes tarafından büyüleniyorum. Bambaşka bir hissiyat, sağa sola bakınırken badge’im için gecikiyorum, ofis 3 dakika önce kapanmış. Rüyadan uyanmamla birlikte kahvaltıdan sonra hiçbir şey yemediğim geldi aklıma, restoran aramaya koyuldum.
Etraf çok güzel – kafeler, restoranlar, badgeli yapımcılar, yönetmenler, sinefiller, basın vs. vs. dolu tüm sektör burada… Ortamın enerjisi muhteşem. Palais’de büyük sponsor Mastercard’ın özel etkinliği var, ve elbette sadece sponsor davetlilerine açık. Bir şeyler yiyip festival alanına dönüyorum, ve şu merdivenlerin dizilmiş olduğunu görüyorum.
Ne olduğunu sorduğumda Raul yanıtlıyor, resmi olmayan fotoğrafçılar burada konuşlanmış, kırmızı halının hazırlıklarını tamamlıyor. Hoş bir ayaküstü sohbetten sonra günün yorgunluğuyla otele dönüp yatıyorum.
Gün -1
09:00’da bilet savaşlarını kazanmamın ardından Corisette’den Badge’imi alıyorum.
Kırmızı halının serilmesini izleyip Cannes sahillerinde uzun bir yürüyüş yapıyorum.
Sonrasında Cannes’ın Film Marketi olan Marche du Film’e gidiyorum. Son gün öncesinde içeride yoğun bir çalışma var. Isimlerini sadece beyazperdede gördüğüm yapım şirketlerinin standlarında kısa bir tur attıktan sonra buradan da ayrılıyorum.
Daha sonra Martinez Otel’in önünde ünlü avına başlıyorum – bugün en azından Juri’nin ulaşması bekleniyor. Guardian’ın Head Film Eleştirmeni Peter Bradshaw dışında birkaç tanımadığım ünlü var sadece, ha sanırım bir de Ebru Ceylan geçti, gözlüğünden çıkartamadım tam ama Türkçe konuşuyordu da.
Hollanda’da tüm yıl maruz kaldığım bulut ve yağmurun ardından, burada beklediğim 1 saat içerisinde Cannes’in yakan güneşi ile, sanırım bir yıllık D vitamini ihtiyacını karşılamış bulunuyorum. Fenaşlamadan hemen önce otel karşısındaki cafeye geçip bir şeyler söylerken, bu satırları kaleme alıyorum
Gün henüz bitmedi, festival yarın başlıyor ve heyecanımı tarif edecek kelime bulamıyorum! Bu kişisel izlenim yazısının ardından, yarın festivalin başlangıcı ile birlikte paylaşımlarım filmler ve programlar
|