Birinci Gün – Deklanşör Sesi ve Spot Işıkları
Açılış gecesi beklendiği üzere oldukça havalı ve bir hayli kalabalık. Günü Palais’de ayaküstü sohbetlerle geçiriyorum. Cannes’ın olmazsa olmazı networking, sadece birkaç günde bile ister istemez onlarca, hatta yüzlerce kişiyle tanışıp sinema sohbetine doyabilirsiniz. Sektörün farklı alanlarından profesyonellerin fikirlerini duymak, benim gibi “sektör dışı” bir sinefil için ufuk açıcı oldu açıkçası. Sahi, kendim dışında sektörde profesyonel olmayan kimseyle henüz tanışmadım; sanırım ulu Godard başta olmak üzere birçok sinema tanrısının ayak izlerini halılarında taşıyan Cannes, şüphesiz bir sinema mabedi olarak beni bu mecraya kutsadı. Bekleyip göreceğiz bakalım.
Akşam saati yaklaştığında açılış gecesi için hazırlanmalıyım; Palais tuvaletinde gece elbisemi giyip makyajımı tazeliyorum. Biletler sektör badgelerine bile yetmemişken, cinephile olarak son dakika sırasına gitmem gerek. Ancak binanın çıkışı polisler tarafından kapatılmış, alternatif yolu takip edip bütün bir sokağı binlerce insan arasından geçerek boylu boyunca topuklularımla dolaşmak zorundayım. Hayatımın en uzun 20 dakikası olabilir bu.
Yağmur altında smokin giymiş yüzlerce insan sırada, bir umut kırmızı halıya kabul edilmeyi bekliyor. Sıradakilerle hemen kaynaşıyorsunuz zaten, sohbet çok hoş ve ilginç bir şekilde vaktin nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz.
Ve sonuç: Girişe yaklaşık 15 kişi kala salonun dolduğu anons ediliyor; 3.5 – 4 saat boyunca yağmur altında topuklu ayakkabılarınız ve gece elbisenizle ayakta kalmanın tadını çıkarın. Üstelik bütün bir kırmızı halı törenini binanın etrafında olmanıza rağmen kaçırmış, spot ışıklarının parıl parıl aydınlattığı kırmızı halı ile deklanşör sesleri ve etrafta toplananların “ünlü gördüm” çığlıklarından başka bir alakanız yok. O anda bu tatlı yenilgiyi kabul edip sıradaki kader arkadaşlarınıza bir sonraki gösterimden önce bir şeyler içmeye gidiyorsunuz.
Günün bitimi açılış filminin gösterimi ile son buluyor; salon ben ve sıra arkadaşlarım gibi yüzlerce smokinli insanla dolu, ilk gösterimi kaçıranlar kulubüne hosgeldiniz. Kırmızı halıda artist tozunu yuttuğunuz yorucu bir gün sonunda hiçbir şey beklemediğiniz bir komedi filmi sizi biraz olsun hafifletiyor. (The Second Act –filmin incelemesi için link)
Gün 2 – (Bilete sahip) Olmak ya da Olmamak
Türkçe meali: Davetiyesi olan önemli insanların daha önemli işleri çıkar da bu etkinliğe katılamazlarsa, sırada en az iki saat beklemiş bulunan birkaç şanslı az önemli badge’liyi aramıza kabul edebiliriz.
Pekala, challenge accepted diyerek ilk olarak şansımı Meryl Streep söyleşisinde deniyorum. Çok geçmeden gişe görevlileri salonun tamamen dolu olduğunu söyleyerek sırayı dağıtıyorlar.
Sadece gece seansına biletim var, arada kalan zamanda ülke pavilyonlarında gezintiye çıkıyorum. Biraz sosyalleşme sonrası Wild Diamond için sıraya giriyorum. İki buçuk saatlik bekleyişin ardından sadece birkaç şanslı salona kabul edildi; bu sefer daha iyi yenildim ama. Bir şeyler yemek üzere alandan uzaklaşıyorum.
Badge ve biletler hakkında: Badge Cannes için her şey demek. Badge olmadan festival alanlarına dahil girişiniz yok. Badge’ler içinde de bir hiyerarşi var elbet; bazı sektör badge’leri için bilet rezervasyon ekranı saat 07:00’da açılırken, diğerleri 09:00’da açılıyor. Ve her seans / etkinlik, her badge’e açılmıyor. Sanırım en geniş imkana sahip badge basın, cinephile ise ortalarda bir yerlerde. Buna rağmen oldukça bilet bulabilmiş olmama çok seviniyorum.
9:30’da Luis Federico’nun ilk uzun metrajı Simon de la Montaña’yı Miramar salonunda izleyebildim. İlginç ama biraz zorlama bir psikolojik drama olmuş. Film hakkında kısa süre sonra inceleme gelecek.
Gün 3 – Bir Badge Dramı: Bilinmeze Dalmak
Güne harika bir başlangıç – Cannes klasikleri kapsamında “Truffaut’nun Le Scénario de ma vie, François Truffaut”u, yönetmen David Teboul’un katılımıyla izliyorum.
Bilet alımının üçüncü günü geliştirdiğim taktik işe yarıyor: bugün biletli 3 filmim daha var, zaman bir sinema salonundan diğerine akıp gidiyor! İzlediğim ve ilk fırsatta inceleyeceğim filmler şu şekilde:
16:15 – Ljósbrot – Rúnar Rúnarsson – Un Certain Regard (Cineum) 18:15 – Diamant Brut – Agate Riedinger – In Competition (Cineum) 21:45 – Walking in the Movies – Kim Lyang – Cannes Classics (Salle Bunuel – Palais de Cannes)
Maalesef bu belgesel için Fransız-Senegal ortak yapımları için davetli olduğum kokteyli kaçırmış bulundum.
Üzücü bir haber daha – son Lanthimos filmi Kinds of Kindness’in binbir güçlükle alabildiğim gösteriminin iptal edildiği bildirildi, ne yazık! Belki diğer seanslar için yer açılır – sayfayı yenilemeye devam et!
|