“Işıyan boşluk/uzam cehennem azabı verir.” Vincent Van Gogh
Eğitim sistemi üzerinden sistem karşıtı bir film. Etyemez birinin eğitim sistemi içerisinde yamyama dönüşme sürecini ironik ve irrasyonel şekilde ele alan, hayatımızda bize dayatılan şeylerin aslında ne kadar irrasyonel olduğunu gösteren (Bir tavşan böbreği kadar) ender filmlerden.
Patates püresine karışan küçük bir et parçasını görünce rahatsız olan genç bir kadının insan parmağı yemeye evrilen hikayesi köklü bir okula kabul edilmesiyle başlar. Köklü okullarda yaşanan alt-üst sınıf hiyerarşisinde şiddet kavramını merkeze alıyor Julia Ducournau. Okula başladığı ilk gün yatağından zorla kaldırılarak emekletilerek yürütülen Justine ve diğer çaylakların üzerlerine kan boşaltılır, boya boşaltılır, istemedikleri kıyafetleri giymeye zorlanırlar, türlü zorbalıklara maruz bırakılırlar ve en son sınırsız içki içebilmenin ve kıdemlilerin aralarına kabul edilebilmelerinin şartı olarak çiğ tavşan böbreği yemeleri gerekir.
Vejetaryen olan Justine çiğ tavşan böbreğini yemeye dirense de aynı okuldaki üst sınıftan ablasının (Alexia) baskısıyla midesi bulanarak çiğ eti yemek zorunda kalır. Bu filmden daha iyi bir Body horror var mı? Her saniyesinde ilmek ilmek body horror, biological horror, hatta insan ve hayvan bedenindeki gerek hastalık gerek şiddet yüzünden deformasyona dikkat çekerken hayvan haklarıyla ilgili de inanılmaz sıkı cümleler barındırıyor. Veterinerler ne yapar, nasıl eğitim alır biraz bunların ciddiyetinin de farkına varıyorsunuz zira hasta, yığılmış ya da ölü kocaman hayvanları film boyunca bol bol görüyorsunuz. Çaylaklar ve veteranlar arasında yaşanan zorba ilişki biçimiyle, öğrencilerin birbirine sözlü ve davranışsal olarak uyguladıkları şiddetle; kalıtsal, tercih sonucu, ya da irrasyonel olarak ortaya çıkan bütün saldırgan ve olumsuz davranışların eğitim sistemi içinde serpilip geliştiğini açık açık sergiliyor Julia Ducournau. İnsanı değil hayvanı merkeze alan bu şahane veterinerlik okulunu ironik bağlamda eğitim sistemi üzerinden bir otoriteye başkaldırı filmi olarak görmek mümkün.
Çiğ tavşan böbreği yemesiyle Justine deli gibi kaşınmaya başlar, o kadar kaşınır ki kaşıdığı yerler kocaman kırmızı yaralara dönüşür. Hem bedensel hem ruhsal bir dönüşümdür bu fakat asıl soru neye dönüşecektir? Yediği çiğ tavşan böbreği yüzünden gıda zehirlenmesi yaşayıp bütün bedeni alerjik reaksiyona girdiğinde aslında ona ne olmuştur? Topluluğun arasına kabul edilmek için feragat ettiği resmen kendi bedeni olmuştur ve içinde büyüyen bir dürtüyle tanışır, çiğ ete ve kana duyduğu dayanılmaz gizli istek. Bu istek sadece hayvan etiyle sınırlı kalmaz. Kendisine yapılan ağda sırasında makası ittirmesiyle bir kaza sonucunda ablasının kopan parmağını da çiğ çiğ iştahla yer, üstelik parmağın dikilebilme olasılığı olmasına rağmen. Ablası bu durumu tamamen cinsellikteki dürtüsel hazza benzetir ve dürtülerine hâkim olamayan kardeşini affedemez. Freudyen bakışla yemek ve sevişmenin birbirinden ayrılmayan eylemler olduğunu doğramış oluyor Julia Ducournau. Justine et yeme konusunda, arzularıyla yanıp tutuşan bir insana benzer. Freud yine aynı biçimde bir başkasının gücüne ve iktidarına da bu şekilde sahip olunacağına inancın, bu eylemlerin ortaya çıkma sebebi olduğunu söyler.
Justine ablasının ona hâkim pozisyondaki duruşundan rahatsız mıdır? Köpeksi kavgalarının sebebi bu mudur? Halbuki aralarındaki şey tahakküm ilişkisinden çok dayanışmaya benziyor gibi görünür. Fakat bu ne çeşit bir dayanışmadır? Ablası onun da kendisi gibi yamyam olduğunu anlamıştır emin olmak için kardeşiyle ava çıkar ama insan avına ve kaza süsü verilmiş bir ölüm neticesinde insanları yiyecek mi yemeyecek mi görmek ister, başka bir deyişle aralarındaki gizli dayanışmayı bir temele oturtmaya çalışır. Justine’den beklediği o vahşi, kontrolsüz istenci orada göremez. O zaman onun parmağını neden yemiştir? Film yine Freudyen bakışla aynı cinse sahip bir totem kabilesinin aynı kökenden gelmek suretiyle bağını da sorguluyor.
Bir eğlence sonrasında vahşet bir görüntüyle uyanan Justine seviştiği adamı yediğini fark eder, tabii bunu ablasıyla yaptıklarını anlaması ablasının kanlı ağzını gördüğünde gerçekleşir ablasını banyoya götürür yıkar hiçbir şey olmamış gibi… Nihayetinde babasının açıklamasıyla Justine ve Alexia’nın annelerinin de yamyam olduğunu öğreniriz hatta babası kızlarına bunun onların suçu olmadığını da söyler. Alexia suçu üstlenir, olmayan parmağıyla kafes arkasından hareket çekerek…
“Totemciliğin sosyal bağlamı, özellikle katı bir şekilde uygulanan bir yasak (filmde yamyamlık) ve muazzam bir kısıtlama şeklinde göze çarpar. Bir totem sülalesinin üyeleri birbirlerinin kardeşleridir. Birbirlerine yardım etmek ve birbirlerini korumakla yükümlüdür. Eğer bir yabancı, sülalenin bir üyesini öldürürse, suçlunun bütün kabilesi cinayetten sorumlu tutulur ve öldürülen kişinin sülalesi, dökülen kanın cezasını talep etme konusunda dayanışma sergiler. Totem bağları bizim bildiğimiz aile bağlarından daha güçlüdür. Bunlarla örtüşmezler, zira totemin aktarılması genelde anne üzerinden gerçekleşir ve belki de babadan geçen soy hiçbir zaman konu olmamıştır.” Freud Totem ve Tabu
Filmin prömiyeri 2016 Cannes Film Festivali’nde yapıldı, Ducournau senarist ve yönetmenliğiyle övgüler topladı.
FISKİYE
Liora ve Shirly’ye
Fıskiyenin deliklerinden küçük akıntılarla
İleri atılır aşk.
Suyun öpücüğüne susamış
Dünyanın yanakları gibiyiz biz de.
(Ronny Someck, Alkol Vadisi Baladı s:45)
|