Halloween için bir güzelleme yapalım dedik. Süpürgeyle uçarak gezinen, karga burunlu, oldukça çirkin, kafasında siyah cübbeyle görünen canlılar sadece birer semboldür. Farsça “Cadu” Sanskritçe “Yatu” büyücü-kötü ruh anlamlarına gelmektedir. Gelmiş geçmiş en meşhur cadı Harry Potter’dır. Yüzüklerin Efendisi’ndeki büyülü güç yüzüğü de en meşhur tılsım. Cadılık yani Vikan gelenek Paganizm temellidir. Doğaüstü paranormal yöntemlerle doğal dünyayı etkileyip değiştirme metotlarını kapsar. Mesela kuklalı büyüye ilk simülasyon çalışması diyebiliriz. Bu iş evrile evrile dünyaya hâkim olmaya kadar gelmiştir. Hristiyanlık öncesi pagan kırsal kesim animizm temellidir. Animizm günümüzde halen bazı Afrika ülkelerinde benimsenmektedir.
Pagan ayinleri ve masonik ritüeller birbirine benzer. Hepsinde özel topluluğa yani Vikan dilinde kovana katılmanın aşamaları vardır. Toplulukla tanışmayı kabul etme, takdis, sınavı geçme, yükselme, yer değiştirme, öldürme, güç kazanma ve kurban verme sırasıyla izler. Masonik rit eril seremoniyken cadılıkta dişil seremoniye tanık oluruz. Bu filme de zaten feminist bakış açısı hâkim. Hiç erkek kullanılmamış filmde.
Bölünmüş Berlin’de altı perdelik bir sanat deneyimi sunuyor bize Suspiria. İlk perde 1977 yılında Berlin’in yeşil-gri yağmurlu sokaklarıyla belleklere kazınıyor. Markos Dans Akademi binasının aurası da bir o kadar mistik ve çarpıcı. “Grand Hotel Compo Dei Fiori” binası bu filme ev sahipliği yapıyor. İtalya’daki bu tarihi mekânı gerçekten görmek lazım. Böyle gizemli bir yerde dans fikri müthiş. Özellikle kış mevsimi filme başka bir boyut katıyor.
İlk perde dans topluluğundan ayrılan Patricia karakteriyle şekilleniyor. Patricia, Markos Dans Akademi’den kaçarak Dr. Klemperer’in ofisine gelir. Panik halde esrik cümleler kurar. Bu arada doktoru da Tilda Swinton canlandırıyor. Üç büyük cadıdan üç anne ismiyle bahseder ki bunlar üç çeşit kaderdir aslında. Karanlıklar annesi, gözyaşları annesi, iç çekişler annesi… (Suspiriorum) Bunlar aynı zamanda dişil güçlerdir.
Patricia doktorun odasında dahi cadılar tarafından gözetlendiği sanrısına kapılır. Doktorun çerçevelenmiş fotoğraflarını ters çevirir. Yine kapağında masonik pergel ve gözün olduğu kitabı da ters çevirir. Şu ‘meşhur her yerden izleniyoruz’a gönderme gibi.
Bu arada Dr. ve karısı Anke’nin hikâyesinde Almanya’nın içinde bulunduğu siyasi durumu görüyoruz. Terör eylemleri hâkim. Protestolar yurdun dört bir yanına yayılmış ve terör başlığı filmin birçok sahnesinde görsel olarak da gösteriliyor. Bunlardan biri, Blanc ve yanındaki cadı gazete okurken kocaman bir manşet olarak gözümüze sokuluyor. Der Spiegel’de terör manşeti. Yine başka bir sahnede Sara ve doktor yemeğe çıktıklarında restoran girişinde Der Spiegel ve terör manşetini görürüz. Buna neden bu kadar vurgu yapılmış olabilir. ‘Cadılıkla terörün ne ilgisi var?’ diyebilirsiniz. Çok ilgisi var aslında çünkü terör örgütleri şeytani stratejinin başını çeker. Masonik ritüelde 34. derecede bizzat şeytanın kendisi olduğu iddia edilir. Ve aslında Suspiria masonik bir ayindir. Hatta 33. derece olan inisiyenin 34. derecedeki şeytanla temasını anlatır.
Değinmek istediğim bir diğer nokta da Olga karakteri. Olga’yı incelediğimizde özel hayatında sevilmeyen bir kadın olduğunu görüyoruz. Özel telefon konuşması bize bunu söylüyor ve en korkunç şeyler de Olga’nın başına geliyor. Cadılar meclisinde dokuz soylu erdem yasasına değinilmiş. Odinik ritte bu dokuz yasa: cesaret, doğruluk, onur, bağlılık (sevgi), disiplin, misafirperverlik, kendine inanç, çalışkanlık ve azimdir. Cadıların hepsi bu dokuz yasaya uyarlar ve uymayanı yani Olga’yı, en ağır şekilde cezalandırırlar. Olga dans denemeleri sırasında isyan eder ve bağlılık yasasını çiğner. Topluluktan ayrılmak istediğini söyler ve işte aynalı salonda en dehşet sahneye sıra gelir. İzlemek için mide lazım. Suzy Bannion’un dans performansı Olga’nın bedenindeki kemiklere ters ivme yapar. Kısaca Olga şeytan çarpmışa döner. Daha doğrusu kemikleri ters döner.
Suzy yükselişe geçer çünkü Blanc ona güç aktarımında bulunmaya başlar. Nedense Suzy’i sevmiştir. Burada da dokuz soylu yasa göze çarpıyor. Sevgi, bağlılık, baş başa yedikleri yemekte birbirine hayranlıkları söz konusu ve Blanc, Suzy’nin bilinçaltına rüya aktarımı da yapar. Saçlar, kancalar, aynalar, çığlıklar daha iyi görselleştirilemezdi. Gerçekten yüksek sanat kategorisinde bir film.
Filmde en sevdiğim şey dansı ve majiyi birleştirmesiydi. Blanc şöyle bir tanım yapar. “Hareket bir dildir. Bir dizi enerjik şekildir ve asla sessiz değildir. Cümleleri oluşturan kelimeler gibi havaya yazılmıştır. Şiirler gibi, dualar gibi, büyüler gibi…”
Ve bu özel topluluğun dansı da koreografik açıdan inanılmaz. Dans ve büyü filmi kesinlikle. Görüntü estetiği, mekân seçimi, müzik, kostüm, makyajın uyumu, tamamen bu filme nabız veriyor. Ayrıca Suzy’nin annesi ölüm döşeğinde: “Kızım… Sonuncu kızım, benim günahım o. Dünyaya bulaştırdığım, o.” derken Suzy’nin zaten doğuştan şeytani tohum olduğu fikrini doğrular.
Son perdede Suzy, Suspiriorum’a dönüşür. Dario Argento’nun 1977 yılında çekmiş olduğu fovist Suspiria’sında kırmızılar içindeki bu son perde bir saygı duruşudur. Akan kan ve parçalanmış bedenler eşliğinde kırmızıya reveransı izleriz. Teknik açıdan diğer beş perdeden bu yüzden farklıdır.
Dansçılar bedenleriyle duruşlarıyla son perdede Baphomet heykelini kendi bedenleriyle inşa ederler. Yine estetik açıdan harikalar yaratılmış. Tarantino filmi izleyince ağlamak da haklı. Sonuç itibariyle şeytanla görüşme tamamlanır. Yeni güç odağı Suzy seçilir. Kısaca film bir ‘remake’ olarak değerlendirilmenin ötesinde bir sanat algısını gerektiriyor. Bu yüzden 2018 yapımı Luca Guadagnino’nun Suspiria’sı bir şaheser niteliği taşıyan zamansız bir başyapıttır. Arada çıkarıp izlerim özellikle karlı kış gecelerinde.
Son olarak Blanc’ın çok sevdiğim bir cümlesiyle yazımı noktalıyorum.
“Sıçradığında önemli olan yükseklik değil altındaki boşluktur. Yapılan her sıçrama yıldırım çarpması başka bir deyişle yıldırım aşkı olmalıdır.“
Bütün yıldırım aşklarına selam olsun, sevgiyle kalın…
» Suspiria film sayfası |